Ya Sonra?
M. Deniz Türkoğlu / mdturkoglu@hotmail.com
Ayın ilk oyunu, Artı Sahne’de izlediğim, aslına bakarsanız oyundan hallice, adeta pazartesi gününüzü, cuma akşamı eğlencesine döndüren bir şarkı yarışması, keyifli bir performans olan Two Turkish Tenors (İki Türk Tenoru). Konservatuardan 20 yıl sonra sahne üzerinde, bir araya gelen iki arkadaştan biri klasik opera sanatçısı olarak yer alırken, diğeri ise daha tiyatral olarak karşımıza çıkıyor ve biz seyirciler jüri olarak, her bir parçayı değerlendiriyoruz ki, instagram üzerinden nihai sonucu hep beraber kimin birinci olduğuna karar kılıyoruz. Sinema ve tiyatroda birçok çalışması olan ve sahnede popülizmi savunan halleri ile Atılgan Gümüş bu performansın hem yazarlığını hem de yönetmenliğini üstlenmiş. Dansçılarla beraber, canlı orkestra eşliğinde gerçekleştiği, Diva Nina Simone’a ait “Feeling Good” bana göre gecenin en unutulmaz anıydı. Gelelim, Hollywood’da ve dünyada efsane işlere imzasını atmış diğer isme, Cenk Bıyık. Opera, opera gibi icra edilmeli diye karşımıza çıkan sanatçı, toplumun mesafeli durduğu opera algısını yıkmakla kalmıyor, sahnedeki rakibine yer yer sataşarak, frak kıyafetinin verdiği soğuk algıyı da yaptığı esprilerle yerle bir ediyor, favorim ben eski Moda’lıyım oluyor ki onu söylediğinde birden kendimi gördüm, zira ben de yer yer ortamlarda biz eski İstanbullular diye belirtirim. Okul yıllarından tanışan bu iki sanatçının sahne dinamikleri görülmeye değer, hele ki altını çizmek gerekirse, belli bir noktadan sonra siz de tüm performanslara eşlik eder bulduğunuz da kendinizi, geceniz tamamlanmış oluyor.
Sırada usta yazar Shakespeare’in oyunu, III. Richard var. Altıdan Sonra Tiyatro tarafından sahnelenen oyunda, deliliğin sınırlarında dolanıyor insan. Sezonun kaçırılmaması gerekenlere adını yazdıran oyunun yönetmenliğinde, hem de nam-ı diğer III. Richard olarak Yiğit Sertdemir bulunurken, bizi oyunun içine sürükleyen, tempoyu epikvari bir düzleme taşıyan hareket düzenini oluşturan isim olarak Senem Oluz, harikulade bir iş çıkartıyor. Varoluşunun verdiği o dayanılmaz, kendine acımayla karışık tiksinti duygusunun intikamını hayatındaki herkesten çıkartmaya adeta yemin etmiş Richard, kendi de dahil olmak üzere, herkesi birer piyona döndürüyor sahnede. İnsanoğlu’nun bana göre kendi kendini hapsettiği en büyük hapishane olan vicdan, mahkum kılmaya çalışsa da karakterleri, o bile başarılı olamıyor. Deformasyonundan dolayı seyirci ister istemez sempati ile yanaşsa da Richard’ın tavırlarına, farkında olmadıkları en önemli şeyin manipüle edildikleri olduğunu, oyundaki diğer karakterler gibi çok geç farkına varıyorlar. Siyasi anlamda, söylemleri ile güce giden yolda yalanlarla döşeli taşlar, kimi zaman onun karizmasına kapılıp giden başlardan! oluşuyor. Nisan ayında siz de tahtın peşine düşmeye cesaret ediyorsanız, yolunuzu muhakkak Kumbaracı50’den geçirin.