…’resimde benimsediğim üslup, figürden hareketle yaptığım ‘soyut-lama’ dır’…
BAHAR KOCAMAN
Söyleşi: Şebnem Sunar
Bahar Kocaman, 1961 yılında Edirne’de doğdu. 1983 Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Yüksek Resim Bölümü Prof. Adnan Çoker’in atölyesinden mezun oldu.
1985 Mimar Sinan Üniversitesi, Resim ve Heykel Müzesi Resim Restorasyonu Bölümü’nde restoratör olarak göreve başladı. Bireysel sergilerinin ilkini 1987 yılında açtı. 1990 yılında Çağdaş Türk Resmi yarışmasında üçüncülük ödülünü aldı. 1998 Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Ana Sanat Dalı’nda Sanatta Yeterliğini (doktora) tamamladı. Yurt içi ve yurt dışında çeşitli koleksiyonlarda yapıtları bulunan sanatçı, 2003-2006 tarihleri arasında Kocaeli Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Yardımcı Doçent olarak çalıştı. Uluslararası birçok sanat sempozyumunda yer alan ve halen Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü’nde öğretim üyeliğine devam eden Kocaman, resim çalışmalarını İstanbul Üsküdar’daki atölyesinde sürdürmektedir.
Sanatçı Bahar Kocaman kimliği yanı sıra restoratör, öğretim üyesi olmanız gibi çok yönlü kimliğinizle sürekli üretiyorsunuz. Sanat kimliğinizin ne zaman farkına vardınız? Sanat kimliğinizin gelişim sürecinden ve dünden bugüne yansımalarından bize bahsedebilir misiniz?
Sanata olan ilgim küçük yaşlara dayanıyor. İlkokuldan beri derslerimden arta kalan zamanlarda resim yapmayı ve müzikle ilgilenmeyi çok seviyordum. Orta ve lise yılları da dahil olmak üzere bu sevgi devam etti. 1978 yılında sınavlarını kazanarak girdiğim Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde aldığım resim eğitimiyle profesyonelliğe adım atmış oldum. Akademi yılları, sanat eğitiminde klasikten moderne tüm zamanları irdeleme, keşfetme içselleştirme ve kendi kimliğimi bulma yolunda zorlu geçen, bir o kadar da heyecan verici bir süreçti. Beş yıllık sürenin, engin sanat dünyasının içine girip orada kaybolma sonra kendini bulmak için çok kısa bir süre olduğunun farkına varmıştım. Bu çıkış hiç kolay değildi. Akademi’den mezun olduğumda sanatsal kimliğimin ilk ürünlerini vermiş olmanın bir nebze de olsa rahatlığını duyuyordum, ancak öğrencilik hayatının mezun olduktan sonra da devam edeceğini biliyordum. İşimin kolay olmadığını, sanatta bir yerlere varabilmek için daha çok çalışmak gerektiğini de biliyordum.
Akademi son senesinde ( 1982-83) başladığım figür soyutlamaları benim resimsel üslubumun çıkış noktasıydı. Bundan sonra soyutlamanın resim sanatındaki yerini inceleyerek kendi mizacıma uygun olan tarzı geliştirmek için çalışmalara devam ettim.A4 boyutundaki kağıtlara ilk kez yaptığım tek seanslık figür soyutlamalarındaki etkiyi, büyük boyutlu tuval üzerinde yakalayabilmek, uzun yıllarımı aldı. Sanat serüvenimde çeşitli evreler oldu. İlk çalışmalarımda soyut dışavurumcu kimliğimle, daha sadeleştirilmiş yüzeylerin yer aldığı sakin bir yaklaşım ikileminden söz edebiliriz. Bu iki yaklaşımın farklı sonuçlarını görmek mümkün.
Bazı resimlerimde dışavurumun boya ile oldukça güçlü bir duyumsaması görülürken, bazı resimlerde bir durulma ve dinginlik vardır. Bu iki farklı yaklaşım benim mizacımla ilgili olarak çalışmalarımda kendini gösterir.
1987-1992 arası figür soyutlamasında ilk evre, 1993-1996 Anadolu tanrıça figürlerinden esinlendiğim idoller serisi, 1996-1999 daha belirgin kadın figürlerinin geniş fırçalarla duyumsatıldığı renk etkisi yoğun bir dönem, 2000-2006 yıllarını boya ile dışavurumcu anlatımın öne çıktığı bir dönem olarak gösterebiliriz. 2007 tarihinden bu yana geçen süreçte ise yaptığım figür soyutlamalarında kaligrafik etkilerin de görüldüğü, giderek figür çağrışımlarının çizgisel anlatıma dönüştüğü, zamanla rengin daha ikinci planda olduğu siyahın baskın bir rol aldığını söyleyebilirim.
Geriye dönüp baktığınızda, dönemsel gelişimleriniz esnasında etkilendiğiniz sanatçılar, eserler oldu mu?
Geriye dönüp baktığımda akademi yıllarında beni en çok etkileyen sanatçılar arasında Willem de Kooning , De Stael, Matisse, Alman Dışavurumcularından Ernst Ludwig Kirchner, Emil Nolde, daha sonraları Pierre Soulages, Jackson Pollock gelir. Aynı zamanda Mısır duvar resimleri ve Anadolu ve Mezapotamya uygarlıklarında günümüze kadar gelmiş tanrıça figürleri ve Hitit Uygarlığında gördüğümüz kabartma figürler benim hayranlık duyduğum muhteşem eserler. Buradan da anlaşılacağı üzere dışavurumculuk ve dinginlik benim içselliğimle ilgili bir durum.
Üslupsal olarak, tuvallerinizde beliren farklı armoniler ile kullanılmış şekiller, eserlerinizi oluştururken nasıl gelişiyor?
Uzun yıllardır resimde benimsediğim üslup, figürden hareketle yaptığım ‘soyut-lama’ dır.
En soyut çizgide yaptığım işlerde bile figür izlerine rastlanır. Soyutlama mantığıyla resim yaparken başlangıcından beri spontane hareket etmekteyim. Herhangi bir taslak oluşturmadan doğrudan, tamamen o anki duygu ve düşüncelerimle resme başlarım. Boyadığım yüzeyde oluşan renk lekeleri, bende oluşturduğu çağrışımla figür lekelerine dönüşür. Rastlantısallığın verdiği olanaklar, kendi içselliğimle birleşerek sanatsal anlatımımın bir parçası haline gelir. Her resmimin ayrı bir iç yolculuk olduğunu söyleyebilirim. Bu yolda ilerlerken tuvalde beliren şekil, çizgi ve renklerde kimi zaman sakinlik, kimi zaman coşku, kimi zaman da bir hüzün vardır.
Tuval üzerinde çok yönlü kişiliğinizi kullanırken, tüm bilinciniz ve iç dünyasını yansıtan dokuyu oluştururken sanatçı kimliğinizde, bilmediğimiz daha neler var ya da daha neler olsun isterdiniz?
Kendimi sanatla iç içe bulduğumdan bu yana sanatın kendimi ifade etmekte en iyi araç olduğunu gördüm. Eğer yaptığınız işe inanıyorsanız, içten ve olduğunuz gibi davranıyorsanız yaptığınız işte de samimi ve sahici oluyorsunuz. Yapıtlarınız size ait, sizden olanı yansıtır. Bu nedenle karakteriniz doğrultusunda ortaya koyduğunuz işler, yaşamın da bir aynasıdır aynı zamanda. Bu anlamda bir sanatçının sahip olduğu üslup özellikleri zaman içinde, yaşamın getirdiği etkilerle bazı değişikliğe uğrayabilir. Bu da gayet doğaldır ve olmalıdır da. İnsan olarak sanatçının duyarlı yapısı ile sanat üretiminde, yaşamdan kopuk hareket etmesi mümkün değildir. Ancak bu değişim, üslupsal olarak sanatsal kimliği doğrultusunda geliştirdiği bir değişimdir.
Sanatçı ve öğretmen kimliği olan Adnan Çoker ‘in atölyesinde yetiştiniz.
Adnan Çoker ve diğer öğretmenlerinizin sanat hayatınızdaki katkısı nedir?
Akademi eğitimim boyunca bilgi ve birikimleriyle bizlerin yanında olan hocalarımız başta Adnan Çoker gelmektedir. Eğitimimiz sırasında bize resim sanatının tarihi çerçevesinde sanatın kurallarını, prensiplerini aktarmış, engin bilgi ve deneyimlerini bizlerle paylaşmıştır. Sanat görüşümün oluşumunda bana verdiği desteği ve katkısını her zaman minnetle anarım.
Türk ve Dünya resim sanatı hakkında görüşleriniz nelerdir? Türk resminin bir başlangıcı varsa bu neresidir sizce?
Tabii ki Türk ve dünya resim sanatını karşılaştırırsak, Türk resminin çok geç başladığını tarihsel olarak biliyoruz. Avrupa resim sanatı dünya sanatının öncüsü olmuştur. Avrupa’da yaşanan Rönesans’la birlikte resim sanatının gelişimi söz konusudur. 15. ve 16. Yüzyıllarda sanatın merkezi İtalya iken 17. ve 18. Yüzyıl Avrupa aydınlanması ve sanayileşme ile birlikte modernleşme dönemi başlar. Resim sanatında klasikten moderne geçiş yaşanmakta ve arka arkaya gelen akımlarla resim sanatı çağın getirdiği yeniliklerle değişime uğramaktadır. Sanatın merkezi bu kez Fransa- Paris olmuştur. 19. ve 20. Yüzyıllar resim sanatında büyük değişimlerin, atılımların yaşandığı empresyonizm, ekspresyonizm, kübizm, fütürizm, soyut sanat, minimalizm, dadaizm ve avangart sanat gibi çağdaş akımların yaşandığı bir çağdır. Artık sanatın merkezi Amerika’dır. Burada çok kısa bir şekilde dünya sanatında yaşanan değişim ve gelişmeleri ele aldığımızda Türk resminin başlangıcı, bu büyük sanatın neresinde dersek; batı anlamındaki resmin başlangıcı 1850’li yıllara dayanıyor. Bu demektir ki Türk resminin 170 senelik bir geçmişi var. Bizde resim sanatı başladığı yıllarda Avrupa’da Empresyonizm akımı başlamıştı.
Şu an sizce Dünya ve Avrupa sanatının neresindeyiz? Dünyadaki ve bizdeki boya resminin
geleceği hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Türk Resim sanatı başlangıcını 19. Yüzyıl ikinci yarısı yani 1850’lere tarihlendirebiliriz. Tabii ki bu batı anlayışına dönük resim sanatının başlangıcı Osmanlı imparatorluğunun çöküş yıllarında sarayın Avrupa ülkeleriyle olan ilişkileri esnasında olmuştur. Sanayi-i Nefise Mektebinin kurulmasıyla ülkemizin çok önemli ressamlar yetişmiş klasik resim anlayışıyla çok başarılı eserler verilmiştir. Cumhuriyet Dönemi ile birlikte resim sanatımızda da değişim başlamış, izlenimcilikten, kübizm, ekspresyonizm ve soyut akımlarının da içinde olduğu dönem ve günümüze kadar çağdaş sanatçılarımızın eserleriyle Çağdaş Türk Resmi oluşmuştur.
Günümüz Türk Resmini Avrupa ve Dünya Sanatı içinde değerlendirecek olursak, geçmişe göre daha ileri bir seviyede olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar Çağdaş Türk Resmi, Dünya Sanat ortamı ve piyasası içinde bugün için yer alamıyor olsa da; çok ileride ve hiç de azımsanmayacak düzeyde yapıtlar üreten ve dünya sanatıyla aynı platformda yer alan bir sanatçı potansiyeline sahip olduğumuzu rahatlıkla söyleyebilirim.
Boya resminin tamamen sona ermesi mümkün değildir, benim düşünceme göre. Günümüz sanatında kavramsal sanat içinde çok farklı anlatım biçimleri gelişmiş olsa da, boya resim varlığını ülkemizde ve dünyada daima sürdürecektir.
Türkiye’de sanatçıların hayatta kalabilmeleri ve kendi sanatlarını icra edebilmeleri anlamında;
sanatçı, galeri, koleksiyoncu, kamu kurumları, devlet vb. bu bağlantıların olmazsa olmazları
nelerdir?
Türkiye’de sanatçıların sadece sanat yaparak hayatta kalmaları çok zor maalesef. Sanat piyasasının dengesiz ve istikrarsız oluşu, spekülatif olarak sahte piyasaların oluşmasına neden olmakta ve bu durum sanatçının aleyhine sonuçlanmaktadır. Sanatçı, galerici ve koleksiyoner üçgeni sağlıklı bir şekilde yürütülememektedir. Sanatçıların destek bulamadığı bir ortamda olduğunu söylemek durumundayım.
Bir sanatçı ve eğitimci olarak, sanatçının yetiştirilebilmesi için eğitim aksayan yönleri ve olması gerekenler nelerdir ?
Sanatçının yetiştirilmesinde eğitimin gerekli olduğunu düşünüyorum. Akademik eğitimden gelen bir kişi olarak sanat eğitiminde başlangıç olarak klasik sanat eğitiminin ve sanat tarihinin öğrenciye mutlaka iyi öğretilmesi gerektiğine inanıyorum. Daha sonra ikinci veya üçüncü yıl öğrencinin daha özgür yaklaşımla işler üretmesine olanak verilmeli, sanat felsefesi kuramsal bilgileriyle pekiştirilmelidir.
Sanat öğrencilerinin aktif olarak çağdaş müzeler, galeriler, bienaller, fuarları takibi sağlanmalıdır.
Şu sıralar Bahar Kocaman sanatsal çalışma alanında neler yapıyor? Yakın zamanda yapmak
istedikleri ve gelecekle ilgili planları nelerdir?
Sanat üretimi bir sanatçının her koşulda devam ettirmek istediği bir süreçtir. Üretmeyen sanatçı eksik kalır. Muhakkak ki zaman zaman kısıtlayıcı veya zorlayıcı koşullar nedeniyle çalışmanın aksaması söz konusu olabilir. Ama o süreçte bile sanatçı sözünü içinde biriktirir. Ben de son zamanlarda işlerime biraz ara vermekle birlikte başlamış olduğum bir projeye devam ediyorum. Portreler serisiyle devam ettiğim çalışmalarımdan oluşan bir sergi açmayı düşünüyorum.
sebnemsunar19@gmail.com