…”Sulu boyayı deniz suyu, alkol gibi sıvılarla karıştırmak ya da direkt meyveyi ezip fırçayla denemeler yapmak hoşuma gidiyor. Salt Duru tekniğini bulamadım maalesef, ama bir Duru tarzı var.”
Duru Ekşioğlu; Multi Disiplinlerarası sanatçı ve İllustratör. 2017’de Berlin’deki Pictoplasma Academy’e seçilerek ”karakter tasarımı” üzerine eğitim aldı. Yaptığı grafik çalışmalarının yanısıra seramik-heykel gibi üç boyutlu çalışmalara da yer veriyor. Kendi yarattığı markası Pickamoon var. Ve en önemlisi yaptığı işe aşık.
Gülistan Ertik / gulistan@mutlusonmedya.com
Yaptığın ilk çizimini hatırlıyor musun?
Evde bir grup karalamalarım var ama güneş buluttan ileri gitmiyor her çocuk gibi. Hangisi ilk hatırlamıyorum, ama kardeşimle devamlı hasta olduğumuz bir dönemde doktor muayenehanesi çizip 9 yaşında ödül almıştım. O travmatik renkli şeyi hatırlıyorum; rengarenk karoları, duvarlarında tabloları ve komik duvar kağıdı olan sürreal odacıklar ve stetoskoplu mutlu surat.
…”Soyadından ötürü laz müteahhit olmak zorunda değilsin Duru” dedim ve Grafik tasarım eğitimi almaya karar verdim.
Neden illustrasyon sanatı?
Çocukluğum, tüm sanat dallarını deneyerek geçti. Piyano eğitimi aldım, bale yaptım, tiyatroda oynadım ama hiçbiri için “evet bu işi yapacağım!” diyemedim. Sonra liseye başladığım sene Caddebostan Kültür Merkezi’nde bir illüstrasyon sergisine şans eseri denk gelince büyülendim. Kedilerden balıklara renkli ve hayal gücünü besleyen bu çizimlere bayılmıştım. Sergi sahibinin “Gürbüz Doğan Ekşioğlu” olduğunu farkedince adeta bir sihirli değnek dokundu kafama. ”Soyadından ötürü laz müteahhit olmak zorunda değilsin Duru” dedim ve Grafik tasarım eğitimi almaya karar verdim. Daha zaten ikinci sınıfta hayat beni illüstrasyona iteledi. Grafik tasarımın diğer parçalarını da arka planda yapmaya devam ediyorum, kurumsal kimlik, dizgi, ambalaj gibi ama illüstratör kimliğimle çok daha mutluyum.
Kendine özgü bir çizim tarzın var… Çizimlerini görünce ”Duru Ekşioğlu çizgisi” diyebiliyoruz. Çizerken hangi teknikleri kullanıyorsun?
Elime ne geçerse deniyorum, analog ve dijital. Eskiden eskiz yapıp sonra dijitale geçerdim, artık biraz daha piştim sanırım çat çut tablette çiziyorum. Ama bir yandan da suluboya ve akrilik gibi boyalarla da oynamayı seviyorum. Sulu boyayı deniz suyu, alkol gibi sıvılarla karıştırmak yada direkt meyveyi ezip fırçayla denemeler yapmak hoşuma gidiyor. Salt Duru tekniğini bulamadım maalesef, ama esprili ve tipografili bir Duru tarzı var.
Çizgilerinde hep bir ‘’hikaye anlatıcılığı’’ var…
Duygu ve düşüncelerimi yoğun olarak işlerime yansıtmayı seviyorum. Soyut ve metaforlu derin bir anlatımım olsun isterdim ama insanların yüzüne karşı da her şeyi “bam!” diye söyleyen bir karakterden, duygularını açıkça ortaya koyan eserler çıkıyor. Üç sene önce Teşvikiye’de sergilenen Acılar adlı işim buna büyük örnek aslında. Acıyı aşk acısı, fiziksel acı, duygusal acı ve acı tat olarak 4’e bölüp bunları hissettiren tipografili, karalamalı ve kolajlı 4 tuval boyadım ki izleyici “bam!” diye kendi acısını bulsun ve yalnız olmadığını anlasın diye. Tabi bir yandan da düşününce hikaye anlatıcılığı direkt illüstratörün işi. Pandemi döneminde karantina günlerimi çizerken çok eğlendim. Sanki işim biraz da içinde bulunduğum kötü durumların ekmeğini yemek gibi. İçinde bulunduğum dramı çizip “ah evet haklısın Duru” mesajları almaya bayılıyorum.
İki boyutlu çalışmalarının yanısıra heykel seramik çalışmaların da mevcut…Hatta bir de markan var, biraz ondan bahseder misiniz?
2017 yılında Berlin’deki Pictoplasma Academy’ye seçildim ve karakter tasarımı üzerine eğitim aldım. 6 ay sonra Berlin’de sergilenmesi için 3 boyutlu bir eser istediler ancak alanım dijital olduğu için bu konuda kendimi geliştirmek üzere seramik eğitimi almaya karar verdim. Seramikle birbirimizi hala bırakamıyoruz çünkü çizimlerimin üç boyutlu kullanılabilir objelerde olması mükemmel bir his. Belki de 10 sene piyano çaldığım içindir bilemem ama uzun parmaklarım ve kocaman ellerim var. Evrenin bana mesajı ”o ellerle seramik yap” olabilir. Eğitim aldığım atölye sahibi beni inanılmaz besledi ve devamlı yeni bir şey üretmem için beni teşvik etti. Aylarca bana kendi seramik markanı yaratmalısın diye destekledi ve sonunda nisan ayında Pickamoon’u yarattım. Şimdi herkesin evinde kullanabileceği yangınlı, bıçaklı, eğlenceli kaşıklar, bardaklar ve tabaklar yapıyorum.
Bir dönem sokak çalışmaları da yapmışsın…
Pictoplasma’daki sınıf arkadaşlarımla Berlin’de duvarlara, kağıda bastığımız illüstrasyonlarımızı tutkalla yapıştırıp üzerine ek çizimler yaptık. İstanbul’a döndükten sonra insanların beni sosyal medyada etiketleyip bu çizimleri paylaşması harikaydı ama kağıt oldukları için birileri söktü ve çabuk kayboldular. Berlin’de gece polisten kaçmak heyecanlı, sadece İstanbul’da aynısını denemek beni düşündürüyor açıkçası.
Gününün en üretken ve yaratıcı zamanı hangisi?
Her an çalışan bir ikizler burcu zihnine sahibim. Her şeyden beslenip of bunu hemen çizmeliyim diye nefessiz çalışmaya bayılıyorum. İlham da nedense hep sabahları geliyor tam uyanırken. Bilinçaltım, uyurken benim yerime üretmeye devam ediyor olmalı ki birçok fikri tam uyku sersemi yakaladım.
…Kadının saçını savuran rüzgarı hissedebiliyorum ve kadındaki o emin duruşla, yüzündeki huzuru seviyorum.
En sevdiğin işinden bahsetsene…
Sanırım en sevdiğim işim bir Fransız yayınevine yaptığım kitap kapağındaki, kafasında İstanbul’a ait binaların saçında eridiği bir kadın illüstrasyonu. Yine direkt elle çizip bilgisayarda renklendirdiğim dijital bir iş. İstanbul’da yaşayan kadınların şehirle iç içe geçmiş olduğunu gösteren bu çizim son zamanlarda yaptığım en güzel illüstrasyonlardan biri. Kadının saçını savuran rüzgarı hissedebiliyorum ve kadındaki o emin duruşla, yüzündeki huzuru seviyorum.
İllüstratörün bir günü nasıl geçiyor? Benimsediğin bir ritüel var mı?
Freelance işler yığılmışsa illüstratörün bir günü geçmez, bitmez o günler. Birbirine dolanır. Eğer ki teslim edilmesi gereken bir proje yoksa günüm daha sakin, keyifli, yeni teknikler deneyip araştırma yapmalı geçiyor. Eski normal hayatımda gündüz çalışıp gece sosyalleşme ya da gündüz sosyalleşip gece çalışma temposuyla hayatta kalıyordum. Yeni normalle iş ve sosyal hayatım iç içe. Arkadaşlarımla video aramada dedikodu yaparken arka planda bir şeyler karalamaya devam ediyorum. Bir ritüelim yok ama olabildiğince keyifli bir ortam sağlamayı seviyorum. Palo santo’mu yakıyorum, çiçekleri suluyorum, yeşil çay içip arkaya eğlenceli bir müzik açıp kalemlerle oynuyorum. Havalar güzelleşince deniz, çim ve güneş ilhama yetiyor.
Üzerinde en çok etki yaratan kitap hangisi? Nelerden ilham alırsın?
Manly P.Hall’ın Tüm Çağların Gizli Öğretileri kitabını lisede almıştım. Çocukluğumdan beri karanlık dünyaya merakım had safhada. Bu öyle bir kitap ki, içerisindeki resimlere bakıp semboliklerden saatlerce ilham alabilir, gizli ve karanlık dünyanın içerisinde kaybolabilirim. Sanatçı yanımı yüksek dozda besleyen bir spiritüel tarafım var. Astroloji, gezegenler, parapsikoloji, rüyalar, karanlık bilgiler beni inanılmaz besliyor. Çizimlerimde bunu çok göstermiyorum muhtemelen ama yaratıcılığımı farklı alanlara zıplayarak tetiklemeyi seviyorum.
Dünyada ve Türkiye’de takip ettiğiniz sanatçılar kimler? Kendine örnek aldığın illustratörler var mı?
Yavuz Öztürk’ün sevimli ve bıçkın Şirin Pembe Bulut’uyla tanıştığımdan beri çizgi dışı komik işlerini ilgiyle takip ediyorum. Benimkiler gibi aşırı duygusal ve mutsuz çizimleri olan Cem Güventürk’ün işlerine bakıp keşke önceden benim aklıma gelseydi diyorum. Evan M. Cohen’in spiritüel çizgi romansı işlerine bayılıyorum ve çok kıskanıyorum. Shaun Tan’ın yazıp çizdiği çocuk kitaplarına hayranım. Bunların dışında Misaki Kawai gibi her malzemeyi her yüzeye uygulayıp İkea gibi markalarla iş birliği yapsam çıldırırdım heralde. Onun yolundan gitmek isterdim çünkü renkli ve çocuksu çizgisi olan bir illüstratörün nerelere gelip ne yapabileceğini gösteren başarılı bir örnek.
…”Ekonomik krizde olan bir ülkede insanların en son para vereceği şeyi yapıyoruz.”
Türkiye’nin genç kuşak illustratör olarak sanat ve tasarım ortamını nasıl değerlendiriyorsun?
Ekonomik krizde olan bir ülkede insanların en son para vereceği şeyi yapıyoruz. Avrupa ve Amerika’daki illüstratörlerin kazancıyla kıyasladığımızda çok daha az kazanıyoruz çünkü bizde bu alana yeni yeni değer verilmeye başlandı. Sanat ve tasarım mezunu birçok insanın pes edip başka kulvarlara geçtiğine tanık oldum. Ben hala farklı kaçış yolları arayıp nasıl daha fazla insana ulaşabilirim’i kovalamaya ve tutunmaya çalışıyorum. Diğer çıtır illüstratörlerle sosyal medyadan birbirimizi desteklemeye çalışıyoruz olduğu kadar.
Sanatçının toplum üzerindeki misyonu sence nasıl olmalı?
Sanatçı eseriyle ses getirip toplum genelinde farkındalık yaratmalı. Sosyal medyayı çok aktif kullanan, gündemde olan her şeyle ilgili anında üretip paylaşan sanatçılar toplumun duygu ve düşüncelerine projeksiyon görevi görmekte. Sanat toplum içindir görüşünü yüzde yüz savunan biriyim ve insanlara yalnız olmadıklarını gösteren çizimler yapmayı seviyorum. Bulunduğumuz ortamın keyifli ve insanların mutlu olması ufak renklere bağlı.
Sanatı ve koleksiyonerler arasındaki ilişkinin geleceği hakkındaki ne düşünüyorsun?
Bu son zamanlarda NFT’nin hayatımıza girmesiyle inanılmaz değişen bir ilişki. Artık geleneksel sanat dışında dijital sanat da kripto paralarla koleksiyonerler tarafından değer görüyor ve bir açıdan dijital işlerin kopyalanması engelleniyor. Hiçbir şeyin eskisi gibi kalmadığı, dünyanın hızlı değiştiği çağa denk gelmekten mutluluk duyuyorum.
Senden sonra gelenlere en iyi tavsiyeni verir misin?
Ülkenin doktora, mühendise ihtiyacı olduğu kadar sanatçıya da ihtiyacı var. Ne kadar görmezden gelinse de çevremize renk katanlar sanatçılar. Direnin ve sevdiğiniz mesleği yapın. Tek bir disiplinde kalmayın, başka dallara da salça olun. Hem animasyon yapmayı öğrenin, hem fırça tutmayı. Türkiye’de sanatçı olarak hayatta kalmak için ahtapot gibi çok kollu olmak gerek.