Ahmet Yiğider, disiplinlerarası bir sanatçı. Ölü ağaç parçaları ve endüstriyel olarak üretilen ağaçları kullanarak heykeller yapıyor. Rusya’nın en saygın çağdaş sanat galerinden Moskova Gallery Fine Art’ta açtığı kişisel sergisi ”Intellect – Kafa” dan, Baksı Müzesi’ndeki duyusal deneyime kadar çok yönlü keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
- Gülistan Ertik / gulistan@mutlusonmedya.com
Heykel sizin için ne ifade ediyor? Heykeli kendi yaşamınızın içinde nasıl bir yere yerleştiriyorsunuz? Tarzınızı nasıl tanımlıyorsunuz?
Öyle sanıyorum ki sanatçının hangi sanat biçimi üzerine eğildiği biraz da kendini nerede özgür hissettiği ile alakalı. Heykel, derinlik, biçim, denge, postura… bunların hepsi üzerinde çalışırken ayaklarımı yerden kesecek kadar özgürlüğü hissettiğim şeyler. Heykel başka bir noktada ise mühendislik bakışının malzeme ve teknik süreç anlamında çokça anlam kazandığı bir alan. Heykelin böyle özel bir yeri olsa da diğer yandan sanat düşüncemi ifade etmemi sağlayacak her teknik benim için bir alan ve anlam oluşturuyor. Hatta sizin de bildiğiniz gibi geçmişte duyularımızı ve kokuyu merkeze alan çalışmalarım oldu.
Evet, tam da bu noktada Baksı Kokusu projenize değinebilir miyiz? Bu projedeki deneyimleri paylaşır mısınız?
Baksı Kokusu; 2016 yılında Baksı Müzesi için yaptığım bir proje…Baksı Müzesi’nin ve kurucusu Sn. Hüsamettin Koçan’ın benzersiz hikayesini merkeze alarak koku üzerinden vaat edilen duyusal bir deneyim ve kavramsal bir yaklaşım olarak tanımlayabiliriz. Gurbet, geriye dönüş, ait olunan coğrafya ve devinim gibi kavramları semantik bir yaklaşımla ele alan ve kokularla tanımlayan bir enstalasyon kurgusu oluşturdum. Bu proje her şeyden önce kokuyu bir sanat malzemesi ve diğer yandan ifade aracı olarak kullanma açısından dikkat çekti. Ziyaretçilerin enstalasyon kurgusunu deneyimlemesi noktasında aldığımız olumlu tepkiler dışında, Türkiye’de birçok üniversitede ve ayrıca Dubai’de gerçekleşen bir inovasyon zirvesinde “Sanat ve Kokunun Kesişme Alanı” başlığı altında sunma imkanı bulduk.
Ağacın ve metalin, sizin çalışmalarınızda önemli yerlere sahip olduklarını biliyoruz. Editör Valeria Kotiukh sizin için ”eserlerinizde birden fazla alanı buluşturmanızın cesur ve ilginç bulunabilecek bir durum” olduğunu söylüyor…Özellikle ölü ağaç parçaları ve endüstriyel olarak üretilen ağaçları kullanıyorsunuz. Bu malzemelerle çalışmayı nasıl seçtiniz?
Ağaç ve ahşap malzemenin homojen ve stabil olmaması, üzerinde yaptığınız her işlemde özgün bir yüzey ve karakterle sizi karşılaması beni her zaman heyecanlandırıyor. Sadece ölü ağaçlar veya endüstriyel amaçla üretilmiş çevreye duyarlı ağaçlar kullanmam bir tercih tabi ki…Her sanatçının muhakkak yaşadığını düşündüğüm bir duygudan bahsetmek isterim. Bazen üzerinde düşündüğünüz eser sizi o kadar heyecanlandırır ki o eseri üretmek için birçok şeyi gözden çıkarırsınız. Ama böyle büyük bir heyecan içinde olduğumuz an bile, tabiata veya insanlığa ait ve bizim hiç de hakkımız olmayan bir parçayı, malzeme olarak feda etmemeliyiz diye düşünüyorum.
Malzeme tercihimle ilgili olarak başka bir noktaya da değinmek istiyorum. Intellect ve Detraktif Anatomiler heykel serileri biraz da kendi karakterleri ve gelişimleri itibariyle ahşap malzeme üzerinden şekillendiler. Heykel çalışmalarımda ahşap kadar metal ve hatta kompozit malzeme kullanımından da keyif alıyorum. Şu anda devam eden projelerimden bir tanesi, taş ağırlıklı birkaç heykelden oluşuyor.
Teknolojik ilerlemenin insan yaşamı üzerinde etkisi ve ekolojik sorunlar, uygarlaşma süreçleri genel olarak işlediğiniz konular…. Çalışmalarınızla vermek istediğiniz mesaj nedir?
Çocukluğumdan beri farkındalığımın merkezini oluşturan şey şuydu: İnsanı çevreleyen bir sonsuzluk var. İster tabiat deyin, isterseniz evren. Varoluş aslında bu sonsuzluğu ve bu sonsuzlukla aranızdaki kabuğu merak etmekle başlayıp, anlama ve anlamlandırma çabası ile devam ediyor. Ve burada da bilim en önemli araç. İçim sanatla dopdoluyken diğer yandan doğaya ve bilime bu derece ilgimin olması ve sonrasında mühendisliğe yönelmemde belki de bunun rolü oldu. Formasyonuna girdiği alan veya alanlar ne olursa olsun, ”bir insan merakını ve keşfetme dürtüsünü kaybederse, sanatta ve hiçbir yaratıcı alanda var olamayacaktır” diye düşünüyorum.
…”sanat ve hatta tüm varoluş deneyimlerinde bize bakan, bizi besleyen üç olgu var: İnsan, tabiat ve evren.’‘
Eserlerinizin tasarım ve yaratım süreçlerinde sizi besleyen faktörler nelerdir?
Sanıyorum sanat ve hatta tüm varoluş deneyimlerinde bize bakan, bizi besleyen üç olgu var: İnsan, tabiat ve evren. Birincisi ancak içe dönerek anlayabileceğimiz bir derinlikte…Diğer ikisi ise tüm yüklerimizden kurtulup özgür bir sonsuzluk arayışına girdiğimizde bize ipuçları verebilir..
Moskova’daki Intellect – Kafa serginizden bahsedecek olursak, serginin hikayesinden biraz bahsedebilir misiniz?
Memnuniyetle… Zamanın, insanın doğa karşısında ilerlemesinin veya yakın tarihi baz alarak biraz daha klişe bir ifade kullanacak olursak “modernleşmenin” insanı yozlaştırdığına dair serzenişleri çokça duyuyoruz. Öyle görünüyor ki “zamane insanı” diye başlayan söylemler Aristotales’ten beri var olmuş. Dolayısı ile bu temel söylem benim konum değil. Ancak beni fazlasıyla düşündüren şey insanlığın özellikle son birkaç yüzyılda; kümülatif bilgisi, doğa üstündeki hakimiyeti ve evreni algılayışında önemli ilerleme sağlamasına rağmen, buna paralel ölçüde hatta belki daha fazla gelişme bekleyeceğimiz evrensel insani konularda tam tersi yönde bir çöküş ortaya koymasıdır.
Ben bunu düşünceye, insan düşüncesine dair bir anomali olarak okudum. “Intellect” serisi heykellerimin yolunu da bu açtı. Projenin ikinci evresindeki “Detraktif Anatomiler (Detractive Anatomies)” diye tanımladığım “indirgenmiş” anatomi serisi ise insanın var olma çabasını ve anatomisini tek bir kavramsal ve biçimsel dilde kaynaştırma arayışından yola çıkıyor. Soyutlama veya salt yalınlaştırma yaklaşımından farklı olarak anatomik çizgileri temel ve genel geçer ayırıcı unsurların birçoğundan arındırma, var oluşunun en dip noktasına ulaşma, bu nokta üzerinden yaratılan negatif alanlarda görme ve düşünme uzuvlarını kutsayan yeni imgeleri arama arzusunu ifade ediyor.
Moskova; kültür, sanat ve mimari gibi birçok alanda dünyanın en köklü şehirlerinden birisi. Şehir özgün bir aura ve güçlü bir ruh barındırıyor. Gallery Fine Art ise hem tarihi ve sanatsal duruşu hem de kuruluşundan bugüne kadar temsil etmekte olduğu Rus çağdaş sanatı açısından çok önemli 100’ün üzerinde sanatçı ile oldukça saygın ve prestijli bir sanat kurumu. Bu nedenlerle Intellect projesi Gallery Fine Art Moskova’dan sergi daveti aldığında güzel bir heyecan duydum. Bunun ülke sınırlarını daha da belirginleştiren ve küresel etkileşimi ciddi anlamda olumsuz yönde etkileyen bir pandemi döneminde olması daha da ilgi çekici bulunuyor. Geçtiğimiz birkaç ay içinde heykellerin Moskova’ya ulaştırılmasındaki lojistik konular ve projenin kataloglaması süreçleri biraz yorucu olsa da, sergi açılışından sonra aldığımız güzel tepkiler yorgunluğumuzu unutturdu.
Sanat emekçisi olarak sizi, sanatınıza verilen değer ve beklentilerden oluşan kaygılar nasıl etkiliyor?
Zor bir soru… Sadece kendi adıma cevaplayarak işin içinden çıkamayabilirim. Sanat eserinin üzerine tutarak sanat değerini cetvelinde ölçü olarak görebileceğimiz bir alet hiç olmadı. Sanat tarihine baktığımızda ise sanatçının ve eserinin akademik değeri veya sanat tarihine kattığı değer ile o anda biçilen maddi değerin büyük ölçüde paralel olmadığını görüyoruz.
Sanatçı bir tarafta kendi vizyonunu gerçekleştireceği özgür sanat alanı ve diğer tarafta maddi anlamda sürdürülebilirliğini sağlayacak “eder” kaygısı arasında sıkışabiliyor… Eğer sanatçı onu bu sıkışmanın dışında tutacak bir maddi kaynağa sahip değilse bence yapması gereken tüm sanat hayatının da anlamını belirleyecek olan bir denge stratejisi olabilir.
Bir de yeni kurulan bir Sanat Galerisi var. Seluz Contemporary Galerisi. Bu galerinin aynı zamanda küratörlüğünü de yapıyorsunuz…
Yaklaşık 7 yıldır Seluz isimli koku ve tat geliştirme şirketinin icra kurulunda yer alıyorum ve yaratıcı süreçlerin yönetim sorumluluğunu üstleniyorum. Seluz, yaptığı iş itibariyle yaratıcı endüstri tanımına giriyor. Diğer taraftan da koku ve tat gibi oldukça duyusal ve niş bir alanda iş geliştiriyoruz. Bu nedenle tüm süreçlerimizde yaratıcılığın izini sürdüğümüzü söyleyebilirim. Seluz’u daha iyi anlayabilmek için Araştırma ve Geliştirme Merkezi’nin içinde, kapalı alanda yer alan dev ormanı göz önüne getirmeniz bile yeterli olacaktır.
5 yıl önce kurucumuz Sn. Murat Öztürk ile sanatı yaratıcı dünyamıza daha çok dahil etme kararı aldık ve Seluz Contemporary adıyla oluşturduğumuz yapıda ilk kalıcı koleksiyon sergisi olarak bir proje başlattık. Küratörlüğünü yaptığım Massence projesinde 15 ülkeden 29 sanatçının eserleri yer alıyor. Yaklaşık 3,5 yıl süren küratoryal süreçte dünyanın birçok ülkesinden sanatçı ve sanat kurumlarıyla işbirliği yapma ve proje geliştirme fırsatımız oldu.
“Massence”; “mass” yani kütle ve “essence” yani öz kavramlarını birleştirerek ürettiğim bir sözcük. Projede ele alınan kütle temsili, stilize bir yaklaşımla tüm dış sınırlarımıza ve insan aklının ve hatta tahayyülünün tam anlamıyla dokunamadığı artı sonsuza referans ederken; öz temsili, bizi kuşatan canlılığa, doğaya, canlılığın ve maddenin en küçük yapı taşlarına, aynı zamanda düşüncenin ve bilincin derinliklerine ve yer yer içsel bir sorguya götürmeyi hedefliyor.
Sizce Türkiye’de sanat nereye gidiyor?
En başta akademide ve hatta tüm eğitim sistemindeki liyakat sorunları nedeniyle bilim, sanat, yaratıcılık ve üretkenlik maalesef çok iyi bir yere gitmiyor. Bu konuyu pastanın süsü gibi ele alamayacağımız çok açık. Ben liyakat, bilim ve sanattan kopuşun ve hatta bunlara karşı ayak diremenin bir milleti çöküşe götüreceği kaygısındayım. Maalesef.
Yakın gelecekteki projeleriniz neler?
Merkezinde duyu ve koku olan ve oldukça heyecanla çalıştığım iki proje var şu anda. Bu iki projeyi de Türkiye’de hayata geçirmek istiyorum. Diğer yandan pandemi sürecinde başladığım ve disiplinler arası tanımını kullanabileceğim bir projemin çalışmalarına devam ediyorum. Bu projede heykelin yanında iki boyutlu işler ve dijital çalışmalar da yer alıyor. Intellect gibi bu projenin de Türkiye dışında sergilenmesini planlıyoruz.