Nice yılların duayen sanat eleştirmeni, “Sanatçılarla Anılar – Geride Kalanlar” kitabının yazarı. Önceleri Vatan, Milliyet, Akşam gazetesinde, sonraları o efsanevi Sanat Çevresi dergisinde ve şimdilerde ise +Rh Artmagazine ve Bosphorus’ da sürdürdüğü eleştiri yazılarını takip ettiğimiz Abdulkadir Günyaz ile sanat üzerine konuştuk.
1980 öncesinde Türkiye’de üretilen sanatın belli bir masumiyeti ve samimiyeti vardı. Sanatçılar daha az üretim yapıyor ve ve kendilerini alanlarında çok iyi geliştiriyorlardı. O dönemde sanat para için yapılmıyordu. Sanatın para düşüncesi ile üretilmesi sanata ruhunu mu kaybettirdi?
Sanat vaktiyle aşktı, şimdilerdeyse yalnızca para… Neden böyleydi peki?
Gerçekten bir zamanlar sanatçılar için sanat tümüyle bir aşktı. Batıdan bir çok önemli örnek, bildiğiniz gibi Van Gogh’tur; hemen hiçbir resmini satamadığı halde yüzlerce eser var etmiştir. Bizden de kimi zaman tuvallerinin iki yüzünün de resmedildiğini gördüğümüz Çallı, Ali Çelebi gibi hoca sanatçıları göstermek mümkündür. Resim para etse, deli miydi onlar ki iki yüzünü de boyasınlar tuvallerinin… Sanat aşkıyla ve tuval ziyan etme endişesiyle açıklanabilir ancak. Daha genç kuşaktan verecek olursak sanat aşkına dair örneklerimizi, ne diyor Gülten İmamoğlu? ”Nefes almadan yaşayamam” der gibi, ”resim yapmadan yaşayamam” diyor. Daha bir genci, Ardan Özmenoğlu ise; ”sanat kocamdır benim, onunla yatar onunla kalkarım, sevdam da onunla, kavgam da onunla” diyor.
Öte yandan paranız oranında sanatçı sayılabilirsiniz diyebilirim neredeyse… Zira paranız oranında, reklam, tanıtım yaptırabilirsiniz. Hatta eli kalem tutanları, medya mensuplarını yurt dışı sergilerinize bile taşıyabilirsiniz…
Paranız var oldukça sözüm ona sanat galerileri, hatta müzeler açıp mesen pozuna girip paralar kazanmayı da becerebilirsiniz. Hatta sanata heveslenip paranız da varsa bir galeri salonu kiralayıp eş dost gayreti ve reklamlar yoluyla kendinizi gerçek bir sanatçı bile sanabilir, hatta kabul ettirebilirsiniz.
Bilmem daha saymam gerekir mi?.. Gücünüz oranında fuarlar, bienaller düzenleyip birilerini parlatabilirsiniz
Paranızın gücü oranında elinize geçmiş kimi eserleri de müzayedelerde cilalayarak pazarlayabilirsiniz. O şişirme rakamlara kapılan gencecik imzalar bile on bin liralardan kapı açtıklarında resim satılmıyor diye vaveyla koparırken ülkemizde iyi öğrenim görmüş kişilerin bile ne kadar aylık aldıklarını, ne kazandıklarını düşünmeyiz bile…
Sonra çok paranız varsa piyasada adı öne çıkmış sanatçılarımızın eserlerini toplayabilir, adınızı spekülatör diye değil de koleksiyoner diye lanse ettirir, ama o aldığınız eserleri paketlerini bile açmadan deponuza kaldırıp bir ya da iki yıl sonra sizlere yüzde otuz mu, kırk mı kazandıracağı hayallerine dalarsınız; tıpkı borsada oynar gibi…
Evet, yine paranız varsa yerli, yabancı çeteler kurup sanat piyasasını yönlendirmeye, paralarınıza paralar katmaya çabalayabilirsiniz.
Böylece bu sorunuzu pek karamsar bir tabloyla da olsa cevapladım.
Resim, Heykel Sanatı koleksiyonerler tarafından alıcı bulabiliyorken; Fotoğraf ve Seramik neden koleksiyonerler tarafından tercih edilen bir sanat alanı gibi gözükmüyor?
Seramik ve fotoğrafın itibar kaybettiği konusunda, fotoğrafı bir kenara koyarsak seramiğin gerçekten neredeyse içler acısı duruma düşürüldüğünü söyleyebilirim. Başta hâlâ “çanak çömlek” tabiriyle cahilce küçümsenilmesi olayı söz konusudur ki o çanak çömlek bile doğadan kopyalanmamış, bir bilinçli sanatçının eseridir.
Bu konuya girmişken geçen ay Taksim Maksem’de, CRR fuayesinde açılan ikiyüz civarı seramikçinin katıldığı sergilerden, Atatürk kitaplığındaki söyleşiler den kimlerin haberi oldu da kaç kişi izleyebildi acaba?.. Oysa bol parayla öyle bir reklamı yapılır, tanıtılabilinirdi ki… Yine de çok şükür, bu münasebetle olsun yurdumuzda kırk seramik koleksiyoneri olduğunu da öğrenmiş oldum.
1960’ların sonunda ortaya çıkan fakat 90’lı yıllarda anlaşılabilir hale gelen Video art nasıl satın alınır? Alınırsa nasıl korunur? Bir yatırım değeri var mıdır?
Video sanatından, onun koleksiyonerlerinden de söz etmişsiniz, pek benim alanım sayılmaz, ama bizde de küçümsenmez bir koleksiyon sahibi olduğunu biliyorum.
Sanat biraz da kendini, evreni ifadelendirme, yorumlama yöntemi değil midir? O açıdan yaklaşacak olursak kavramsal sanat da, performans da bir ifade biçimidir ve elbet bir özgürlük alanıdır; siz, biz bir gözlemci olarak bilgilerimiz, beğenilerimiz, deneyimlerimiz oranında değerlendirmeye, özümsemeye yöneliriz.
Genç sanatçıları desteklemek amacıyla sanat yarışmaları düzenlenmekte. Düzenlenen yarışmalar ve sergilerle gençlerin çağdaş sanat piyasasında daha etkin bir rol oynadıklarını görüyoruz. Siz bu yarışmaları nasıl görüyorsunuz ve genç sanatçıların yeterince desteklendiğini düşünüyor musunuz?
Genç sanatçılar elbet şu veya bu şekilde desteklenmelidir ve bilirim ki destekçileri de az değildir; fakat yeterli midir sorusuna elbet olumlu bir cevap veremem… Yarışmalar da bu konuda kuşkusuz çok çok yararlıdırlar; ve asla herhangi bir kayırma, asla söz konusu olamaz. Ben de şimdiye kadar herhalde yirmi beş, otuz civarı yarışmada seçici kurul üyeliği, başkanlığı yapmış olmanın verdiği güçle bunu rahatlıkla ifade edebilirim. Bu yarışmalar tüm gençleri, tüm sanatçıları motive etmekten asla geri kalamazlar, hatta yurt sathında sanatın tanıtılması açısından da çok yaralıdırlar. Tek bir örnek verecek olursam 1967 yılından beri devamı gelen ‘’Dyo Resim Yarışmaları’’nı göstermek isterim ki her defasında sayıları bini bulan sanatçı, 1500 üstü eserle katılırlar ve daha da ilginci bu yarışmanın sergisi tüm yurtta, en az sekiz on kentte sanatseverlerin beğenilerine sunulur.
Gülistan Ertik
gulistanertik@gmail.com