Şiir bir ihtiyaçtır, hem yazan hem de okuyan için…
Meliha Yıldırım
Haydar Ergülen Eskişehir’de doğdu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde Sosyoloji okudu. Anadolu Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olarak çalıştı. İstanbul’da reklam yazarlığı yaptı. Anadolu Üniversitesi’nde yayımcılık, reklamcılık ve Türk Şiiri dersleri verdi. Halen Bahçeşehir ve Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde ‘Yaratıcı Yazarlık’ ve ‘Türk Şiiri ve Şairler’ derslerini vermektedir. İlk şiiri 1972’de Eskişehir’de Deneme dergisinde “Umur Erkan”, ilk yazısı da aynı yıl Yeni Ortam gazetesinde “Mehmet Can” adıyla yayımlandı. İstanbul’da Üç Çiçek (1983) ile Şiir Atı (1986) dergilerini yayıma hazırlayanlar arasında yer aldı. 1979’dan başlayarak Somut, Felsefe Dergisi, Türk Dili, Yusufçuk, Yarın, Yeni Biçem, Gösteri ile Varlık dergilerinde şiirler yayımladı. Bir süre Radikal gazetesinde Açık Mektup köşesinde denemeler yazan Ergülen, daha sonra Cumhuriyet’te ve halen Birgün gazetesinde ‘Tuhafiye’ üstbaşlığıyla köşeyazıları yazıyor.
Haydar Ergülen günümüz Türk şiiri denince ilk akla gelen şairlerimizden birisi. Şairleri farklı kılan nedir? Sizi şiir yazmaya iten unsur ne olmuştur? Şiir yazma serüvenini kendisinden dinleyelim.
-Şairleri bilmem ama şiirin edebiyattan farklı, hatta başka bir şey olduğunu düşünürüm. Şiir bir edebiyat türü ya da biçimi olmanın dışında, insanın eski deyimle ‘mütemmim cüz’ü, yani ayrılmaz parçası gibidir. Şiire ilişkin tutumumuz, “derya içre olup da deryayı bilmeyen balıklar” cümlesiyle de özetlenebilir. Şiir bir ihtiyaçtır, hem yazan hem de okuyan için. Şiiri yazmaktan da okumaktan da öte, onu yaşamak ya da onunla yaşamak gibi bir durum söz konusudur. Yani şiir okulda edebiyat kitaplarında yer alan, kitapçıların şiir raflarında bizi bekleyen kitapların içinde bulunanlarla sınırlandırılamaz. Hatta şunu söyleyebilirim, şiir kitaba uymaz, şiir kitaba sığmaz, şiir kitapta aranmaz. Neredeyse 50 yıldır şiir sözcüğünü bilen, ama şiirin ne olduğunu anlamaya çalışan biri olarak, bu sözlerimin de şiire dair bir kesinlik içermediğini, ‘şimdilik’ kaydıyla söyleyebileceğim şeyler olduğunu da belirtmem gerek. Kısacası şiir yolculuğu insanın tüm yaşamı boyunca sürer ve insan çoğu kez farkında olmadan şiirin hayatını yaşar, şiir insanın hayatına sızar. Şiir organik bir şey olduğu için, elbette iyisi kötüsü de vardır, ama insanın yaşamında önemli bir yer tutar. Dediğim gibi şiir kitaplarından söz etmiyorum yalnızca bunu söylerken, yaşamın kendisinin kimi zaman lirik, kimi zaman epik bir şiir olduğunu düşünerek ve buna inanarak söylüyorum.
Beni de şiire dünyanın bir şiir olarak varlığı, bunun kimi kültürlerde, insanlarda ve zamanlarda açığa çıkması ve elbette başka şairler, şiirler yönlendirdi. Cem törenlerindeki deyişlerden halk türkülerine, göçmen komşularımızın iyiliğinden çocukluğunu yitirmemiş bir kent olan Eskişehir’e, futbolun İkinci Yeni’si olarak gördüğüm Eskişehirspor’a, bir şiir-adam olarak gördüğüm babama, sessizliğin şiiri olan anneme… Çocukluğum işte bu şiirler ve şiirsel varlıklarla dolu olunca, bunları yaşayınca bana da doğal olarak şiir yazmak kaldı.
Sizinle en çok özdeşleştirilen dörtlüğünüzün öyküsünden söz eder misiniz?
-İlk şiir kitabım “Karşılığını Bulamamış Sorular” 1981’de, üniversite öğrenciliğimin bittiği yıl yayımlandı, onun ilk şiiri olan “Anne” şiirini de 1980 yılında yazmıştım. Şimdi de gencecik insanların, askerlerin, sivillerin öldüğü, öldürüldüğü karanlık bir döneme girdik yeniden. O yıllarda öğrenci arkadaşlarımız, yoldaşlarımız faşist güçler ve devlet tarafından öldürülüyordu. ODTÜ öğrencisiydim, sosyoloji okuyordum, devrimciydim ve elbette bu cinayetlerden çok etkileniyordum, çok üzülüyordum. “Anne” şiirini öldürülen gençler, öğrenciler, işçiler, üniversiteliler için yazmıştım, kısa bir şiir zaten, tamamını almakta yarar var buraya: “Sahi senden mi doğdum anne/yollar nehirler kuşluk vakitleri dururken/bir insandan mı doğar bir çocuk/…/anne senin yüreğin taş olsa dayanır mı/kuş olsa çiçek olsa gündüz olsa/kırılmaz mı acıdan bir sap menekşenin boynu/…/Bu kez dağlar doğursun beni anne/sen de ılık yağmur ol/durmadan yağ kanayan yerlerime.”
Şairler bazen bazı şiirlerinin okunmamasını isterler. Ben de 35 yıl önce yazdığım bu şiirin bugün okunmasını istemezdim. Ne yazık ki Türkiye’de bazı şeyler hiç değişmiyor, anaların acısı bitmiyor, gözyaşı dinmiyor, bu şiir de güncelliğini koruyor! Ne acı!
Şair-edebiyatçı kimliğinize Ankara’nın katkısı nasıl olmuştur? Ankara temasını işlediğiniz şiirlerinizden örnek verebilir misiniz?
–Eskişehir çocukluğum, Ankara gençliğimdir. O yüzden ikisi de en kıymetli şehirlerimdir. Eskişehir beni yanıltmadı, yönetimiyle, aydınlığı, çağdaşlığıyla Anadolu’nun parlak yıldızı oldu. Ne yazık ki Cumhuriyetimizin Başkenti Ankara karardı, kara düşünceli insanların ellerine kaldı, aydınlanıp ışıyacağına bir köye dönüştü, köylü, kasabalı zihniyetli din tacirlerinin yönetimi altında, gittikçe de kararıyor. Kendini Eskişehirli ve Ankaralı biri olarak gören benim için bu dayanılmaz bir şey. “Ankara’nın taşına bak/gözlerimin yaşına bak/uyan uyan Gazi Paşa/şu ……. işine bak!” Nokta noktalara istediğiniz adları yazabilirsiniz!
Ankara gençliğimdir dedim, aşkta, ayrılıkta, siyasette, şiirde ve elbette arkadaşlıkta gençlik esastır. Aşka da orada da başladım şiire de. Ve hep yazarım, Ahmet Erhan, Adnan Azar, Behçet Aysan, Hüseyin Ferhat, Akif Kurtuluş en yakın şair ve arkadaş çevremdi. Onların olduğu bir Ankara şiir gibiydi, eşsiz, benzersiz bir yerdi. Ankara’da hem okudum hem de aşık oldum, yazmaya da orada başladım, İstanbul’da sürdürdüm. Hala Ankara’nın bir kütüphane olduğunu düşünürüm.Okumanın da başkenti Ankara gibi gelir bana. “Haydarpaşa-Eskişehir-Ankara” başlıklı uzun şiirim, benim çocukluğum, gençliğim ve yetişkinliğimin üç şehrinin şiiridir. Belki onu buraya ekleyebilirsiniz.
Eskişehir Şiir Buluşması’nın bu sene beşincisi düzenleniyor. Eskişehirli bir şair olarak kuruluşundan bu yana yer aldığınız etkinlik hakkında biraz bilgi verir misiniz?
–Eskişehir Uluslararası Şiir Buluşması’nı Tepebaşı Belediyesi ve çok sevgili belediye başkanımız dt. Ahmet Ataç’ın desteğiyle 5 yıldır yapıyoruz. Ben buluşmanın direktörlüğünü yapıyorum. Eskişehir benim gözdem olduğu için, bence Türkiye’nin de gözdesidir, artık bir sanat, kültür, festival kentine dönüşmüş olan çocukluğumun şehrine bir katkıda bulunmak, ona olan borcumu ödemek mümkün değil ama, teşekkür etmek için bundan 6 yıl önce bir uluslararası şiir buluşmasını Eskişehir’de yapmayı düşledim.Belediyenin kültür danışmanı sevgili şair ve gençlik arkadaşım Rahmi Emeç’e söz ettim bundan, belediye başkanımıza iletti, sağolsun Ahmet Bey hemen destek verdi. 2011’de Özdemir İnce’nin onur konuğu olduğu ilk bululşmayla başladık, sonra Enis Batur, Cevat Çapan, Ataol Behramoğlu ve Eray Canberk onur konuklarımız oldu. 2016’da yine Mayıs sonunda 4 gün süreyle 6. buluşmayı gerçekleştireceğiz. Her yıl yurtdışından 7-10 arası, Türkiye’den de 20-30 arası şairin katılımıyla gerçekleştiriyoruz şiir buluşmasını. Anmalar, paneller, şiirin sorunları, şiir okumaları ve müzikle, Eskişehir biraz da Eskişiir şehri oluyor ki benim için hep öyledir.
Sizin de katılımınızla gerçekleşecek olan Seferihisar etkinliğinden bahseder misiniz?
–İzmir Uluslararası Edebiyat Festivali, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin bir etkinliği. Bu yıl başladı, ben direktörlüğünü üstlendim. Yazın yapıldığı için, İzmir’in merkezinde değil, ilçelerinde, sayfiyelerinde 2’şer günlük paneller, şiir akşamları, söyleşiler, imza etkinlikleri olarak gerçekleşiyor, tabii akşamları.
Bu yılın temasını “Edebiyat Özgürleştirir” olarak belirledik ve edebiyatta, kadın hareketinde, aşkta, ruhta, halk şiirinde, yolda özgürlük konulu paneller, Aziz Nesin, Attila İlhan, Yaşar Kemal anmaları, Ataol Behramoğlu kutlamasının yanı sıra, Karaburun’dan Urla’ya, Çeşme’den Seferihisar’a, Selçuk’tan Bergama’ya, Gümüldür’den Güzelbahçe’ye, Dikili’den Foça’ya 11 ilçede 24 Temmuz-5 Eylül 2015 tarihleri arasında pek çok şair ve yazarı halkla buluşturuyoruz. İnci Aral, Zeynep Oral, Latife Tekin, Ahmet Telli, Zeynep Altıok Akatlı, Orhan Alkaya, Pelin Batu, Tuna Kiremitçi, Neşe Yaşın, Hakan Günday, Yekta Kopan, Buket Uzuner, Mehtap Meral, Gültekin Emre, Sina Akyol, Müesser Yeniay, Nurduran Duman, Cenk Gündoğdu, Tozan Alkan, Asuman Susam, Mustafa Köz, Zeynep Aliye, Halil İbrahim Özcan, Enver Aysever, Metin Cengiz, Melida Tüzünoğlu, Mutlucan Güvendir, Onur Caymaz, Onur Behramoğlu, Veysel Çolak, Namık Kuyumcu, Tuğrul Keskin, Haluk Çetin, küçük İskender’in de aralarında olduğu şairler ve yazarların yanı sıra, Romanya, Macaristan, Yunanistan ve Vietnam’dan da edebiyatçı konuklarımız var.
Biraz ironik olacak şimdiden bunu söylemek ama, gelecek yıl İzmir Festivali’nin ikincisini ‘Barış’ temasıyla, barışın yeniden egemen olduğu bir ortamda yapmayı diliyoruz.
Türk şiirinin dünyadaki yeri nedir? Hangi kaynaklardan etkilenmiştir. Türk şiirinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
–Şiir bizim geleneğimizdir ve güçlüdür, Divan, Halk, Tekke (Tasavvuf) şiirimizle Cumhuriyet Dönemi şiirimiz ilginç, öncü ve güçlü şairler yetiştirmiştir. Şairler de birbirlerini öncelikle okuyarak şiir yazarlar. Şiiri edebiyatdışı, organik ve insanın yoldaşı olarak düşündüğüm için, yolunu yazgısını da insanla ve dünyayla bir görürüm. Şiirin aynı zamanda bir gerilla yöntemi gibi sızma hareketi olduğunu da zaman içinde kavradım. Kedi için dokuz canlı, şiir için de yedi canlı diyebiliriz, hatta can çıkar huy çıkmaz da diyerek, insan var olduça şiir de var olur, çünkü şiir insandadır ve insan şiirdedir diye de sevinebiliriz. Hadi göğe bakalım!