Genç kuşağın önemli sanatçılarından biri olan Abdulkerim Bozan, aynı zamanda başarılı bir akademisyen. Çalışmalarında; fotoğraf, video art, resim, enstalasyon sanatıyla sıkça adından söz ettiren sanatçı, plasentayı referans alarak; cinsiyet, kimlik, şiddet, ötekileştirme ve aidiyet kavramlarına yer veriyor.
Sanatla tanışmanız nasıl oldu?
Köyde evimizin olması kendi oyuncaklarımı çamurdan, kilden ve yabani bitki-çalılardan yapmama vesile oldu. Hayvanları kilden, araç ve araba gibi şekilleri de buğday sapından ve ya çalıdan yapardım. Saplarını yabani dikenli bitkilerin küçük meyveleriyle birleştirirdim. Kilden yaptığım hayvanlar da bir sonraki gün sürekli kuruyordu, bunu önlemek için hayvanlarımı ıslak kilin içinde muhafaza etmeyi keşfettim. Yaklaşık olarak 6-8 yaşındaydım. Bu yaratıcılık sürecim ilkokulla birlikte durdu ama üniversite yıllarımda yine ortaya çıktı. Kilin çatlamaması için çocukken keşfettiğim yöntemi üniversitede heykel hocam tekrar öğretti.
İşlerinizde anne karnındaki bebeği saran plasentaya gönderme yapıyorsunuz…
Günümüzde çok yaygın olarak duymak istemediğimiz bir eylem var; kadına yönelik şiddet ve ötekileştirme. Kadın üzerindeki şiddeti en etkili şekilde vurgulamak için, kadını kadın yapan özelliklerden biri olan ve hayatın devamlılığını sürdüren plasentadan yola çıktım. Aslında plasentayı ele alırken olaya sadece plasenta olarak bakmadım, bunu iki şekilde ele aldım: plasentanın yaşam kaynağı ve koruma özelliği, bir diğeri de; tutsaklık ve esaret özelliği. Burada bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim: resimlerdeki plasentaların içinde cenin yerine kadın figürleri var. Kadının plasentada oluşu bir nevi koruma, güvenli yer olması anlamını taşırken, plasenta da dış etkilere karşı direnci olan zırh göstergesi olduğu gibi aynı anda beslenme kaynağı da göbek kordonudur.
Resimlerinizdeki figürler plasentaların içinde aşağı doğru düşüyor bu fikir nasıl oluştu?
Bir gün tesadüfen izlediğim bir müzik klibinde insanlar yukarıdan aşağıya düşüyordu. Şu an hangi klip olduğunu bile hatırlamıyorum fakat bu görüntü beni çok etkiledi, günlerce aklımdan çıkmadı. Kafamda bir sürü düşünceler uçuşmasına neden oldu. O an aklıma ipek böcekleri kozaları geldi. Bununla ilgili araştırma yapmaya ve belgeseller izlemeye başladım.
İpek böceği yavrusunun besinini kozanın içine koyarak ve sararak onu korunaklı hale getiriyor. Bir şeyi korumaktan yola çıkarak oluşturdum tüm bu işleri. Eğer simgesel olarak bakarsak hayatın çizgisi -onu besleyen bir çizgi- bu ve yukarıdan gelmesi ile hem yer çekim kuvveti hem de ilahi yaratıcının yaratıldığı referansını taşımaktadır. Benliğimdeki bu düşünce, deneyimlerle plasentayı bir başka boyutta var ettim, bir tarz haline geldi.
Resimden sonra bir de performans söz konusu?
Evet bununla ilgili bir de performans gerçekleştirdim. Plasentaya benzer özel bir kumaşı 3,5 metrelik yüksek bir tavana astım ve katılımcıları içine yerleştirerek özel ışıklandırma ile fotoğraf ve videolarını çektim. Sonrasında fotoğraflardan yararlanıp yağlıboya resimlerini yaptım. Bu projeyle Rh + dergisini düzenlemiş olduğu 2010 Genç Ressamlar yarışmasında finalist oldum ve daha sonra da devam eden çalışmalarımda ”Kendi kendine” adlı performans videosuyla 2013 yılında ”II. İstanbul Rotary Sanat Ödülü” yarışmasında başarı ödülüne layık görüldüm.
Çalışmalarınızda erkek figüründen çok çoğunlukla kadın figürleri kullandığınız görülüyor. Bunun özel bir sebebi var mı?
Çalışmalarımda çoğunlukla kadın figürler yer veriyorum, çünkü kadının doğurganlık özelliği olan plasentayi referans alarak kadın kimliğini irdelemekteyim. Kadınlar sosyolojik ve biyolojik anlamda çok hassas oldukları için de çok çabuk olaylardan etkilenebiliyorlar.
Teknolojinin sanata yansımalarını görüyoruz. Teknolojinin plastik sanatlara sağladığı olanaklar nelerdir sizce?
Eskiden kök boyadan yağlı boya, ineğin idrarından sarı boya, alçıdan beyaz boya ve atın kuyruğundan fırça yapılıyordu. Ezilerek ya da karıştırılarak oluşturulan bu gibi belirli malzemeleri günümüzde yapmıyoruz. Düşünün ki siz tablo yapacaksınız. Bir ineği yakalayıp idrarından sarı boya yapacaksınız. Kil getireceksiniz beyaz boyayı da o şekilde yapacaksınız. Çağdaş sanat o kadar hızlı ki gidip o boyayı yapmak zorunda değilsiniz, alabilirsiniz. Bu aşamada teknoloji devreye giriyor. Teknoloji var olan düşünceyi hızlandırmak için var. Heykelde kullanılan matkaplar, avuç içi taşlamalar, zımparaların hepsi makinalarla yapılıyor yani, kalkıp Michelangelo gibi heykeli parlatmak için deri kullanılmıyor.
Ham maddeyi yapmak işçiliktir ve zaman kaybıdır. Sanatçı dediğin kişi düşüncesinde var olan kişidir ve fikrini nesnel ya da digital ortamda var eder.
Video Art çalışmalarınız da mevcut. Video Art’lar ülkemizde anlaşılamaz olsalar da küçümsenemez koleksiyon sahipleri var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Video Art digital ortamdaki bir görüntüdür. Adı üstünde Video Art ”Video Sanatı”. Onun sanat olup olmamasını tartışmamız yersiz olur. Video Art‘ın anlamı da çok derin. Günümüzde sanatın değeri çok anlaşılamadığı gibi, Video Art‘ın değerinin de kabullenmesi biraz zaman alacak. Toplum digitali sanat olarak algılamıyor. Bu bir süreçtir; tıpkı fotoğraf, etkileşimli sanat ve enstelasyonların zamanla anlaşılıyor olacağı gibi..
Fotoğraf sanat mıdır diyen zihniyet var hala. Bu tip sorular bizi geriye götürüyor. Sanat mıdır değil midir? bu soruları geçtik, kimsenin umurunda değil lakin Video Art koleksiyonculuğunun da giderek artmasını gözden kaçırmamalıyız.
Tüm Türkiye‘de ve Dünya‘da sanat çok hızlı mı geçiş sağlıyor?
Tüm dünyada daha hızlı geçiş sağlıyor. Oysa, Türkiye‘de teknoloji bağlantılı sanatları hazmetmek ve anlamak biraz daha zaman alabiliyor. Sanatın geçişi teknolojinin olanaklarıyla paralel geçiş salıyor.
Bu konuyu kendi çalışma sürecimden biliyorum; karakalem, yağlı boyayla başlamam, fotoğraf, enstelasyonla devam etmem ve son yıllarda video art, dijital sanat, etkileşimli sanat yapmaktayım.
Sanatın para düşüncesi ile üretilmesi ruhunu kaybettirdi mi?
Sanat; parayla yapılmaması gereken bir var etme eylemidir. Siz sürekli para odaklı ve piyasanın talebinde çalışmalar yaparsanız, bu sizin sanat çizgisinden ayırır, dekoratife doğru götürür. Bu durumla beraber bir süre sonra kendi kendinizi yok etmiş olursunuz.
galeride yürürken kafama spermler çarpıyor, başıma dert mi açacaksınız?
Hiç sansüre uğradınız mı?
İki kere uğradım. Birincisi; ormanda video çekimi esnasında gerçekleşti. Proje gereği, nü model plasentaya benzer kumaşın içinde ağaca asıldı. Çekim esnasında modelin çığlık atması gerekiyordu, çığlık atınca bir süre sonra güvenlik görevlileri geldi. Çok ilginç diyaloglar yaşandı. Porno film çevirdiğimizi ve erotik bir sahnede olduğumuzu sandı. Onlara işi anlatmaya başladığımda; önce yadırgadılar sonra da yardımcı oldular.
İkinci sansür ise; bir galeride açtığım enstelasyon sergisi sonrasında oldu. Konsept gereği; gelen izleyiciler plasentanın içine giriyor ve çalışma gerçekleşmiş oluyordu (Bu tür etkileşimli sanat çalışmaları, izleyici / katılımcıyla etkileşime girerek gerçekleşiyor). Galeride ayrıca kadın yumurtasını andıran çalışmalar da asılıydı. Ama, galeri yöneticisi ne yaptığımı hiç anlamadı. Plasentaları tavana asılmış spermler sandı ve ”bütün spermleri galeriye sokmuşsunuz, galeride yürürken kafama spermler çarpıyor, başıma dert mi açacaksınız” deyip sergiyi sabote etmeye çalıştı.
Gülistan Ertik / gulistan@kultursanatharitasi.com
Fotoğraf: Abdulkerim Bozan arşivi