İmren İyem Aslan
1964’te Diyarbakır’da doğdu 1995 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim bölümü Erol Batırbek atölyesinden derece ile mezun oldu. 1996’da Hacettepe G.S.F Resim bölümünde yüksek lisans sınavını kazandı ve bir yıl hazırlık okuduktan sonra Kırıkkale’de öğretmenlik yaptığı için bırakmak zorunda kaldı. Çok sayıda karma sergisi bulunan sanatçının biri Almanya’da olmak üzere dokuz kişisel sergisi bulunmaktadır. Halen çalışmalarını Ankara’daki atölyesinde sürdürmektedir.
1995’te lisansınızı tamamladınız. Lise mezuniyetinizden sonra arada on yıl gibi bir boşluk var?
1980’de ailece Diyarbakır’dan Ankara’ya taşındık. Lise son sınıfı Ankara’da okudum. Benim için Ankara’da geçen ilk sene tam bir adaptasyon hikâyesidir. İçinde bir sürü çatışma alanı barındıran bir eğitim düzeyinden, başka bir düzeye gelmenin sıkıntıları vs. Bu yüzden ilk girişimde üniversite sınavını kazanamadım. Direk olarak çalışma hayatına atılmak zorunda kaldım. Malum aile bütçe meseleleri. Öncesi de var, ancak bu işin meraktan tutkuya dönüşmesi o dönemlere rastlıyor. Lise bitmiş, üniversite hedefi gerçekleşmemiş ve hemen arkasından da 18’inde iş hayatı. B u dönemin en güzel tarafı sergilerle tanışmama yol açmasıydı. Her öğlen Kızılay’daki sanat galerilerini gezerdim. Bir keresinde yine kolej civarındaki bir galeride Ali Candaş sergisini gezerken Ali diye seslenilen bir kişiyi ressamın kendisi zannederek resme olan ilgim ve tutkumdan bahsetmek isteyince, kendisinin galerinin sahibi olduğunu öğrendim. . Bu küçük yanlışlık resim macerama bir anlamda yön vermiş oldu. O sırada beni orada bulunan değerli Muharrem Pire ile tanıştırdı. Böylece resme ilk adımımı atmış oldum. Çünkü o günden sonra Muharrem Pire hocanın atölyesinde desen derslerine başladım. Bir yıla yakın desen dersleri aldım ve işimden de istifa ettim. Bu arada evliydim ve üç yaşında bir kızım da vardı. Gazi eğitimin sınavlarına girdim ve kazandım. Evli ve çocuklu bir anne olarak resim eğitimime başladım, pek çok zorluk yaşadım. Ya iş, ya resim, bir tercih yapmak zorundaydım. Resmi tercih ettim ve işimden ayrıldım.
Fakültede öğrencilerle olan yaş farkınız öğreniminizi etkilemiştir sanırım?
Evet. Ama olumlu bir etkisi oldu diyebilirim. Aradaki yaş ve kültürel farkı kapatmak istercesine çok fazla çalışıyordum. Tabi ki bu geç kalmışlığın muhasebesi, mesafeleri koşarak geçmeye çalışma durumunun olumlu sonuçları oldu ve dönem birincisi olarak mezun oldum.
Okul yıllarından bugüne kadar tema ve üslup bakımından ne gibi bir yol izlediniz?
Okul hayatımda ve sonraki ilk yıllarda daha çok etüde dayalı resimler yapıyordum. Figür çalışmalarımı dahi modelden yapıyordum. Bu alışkanlığımı Gazi’deki nü modellerden desen dersleri sayesinde edindim. Figür çalışmaya hep devam ettim, ayrıca daimi tutkum olan peyzaj da yapıyordum. Böylece figür ve peyzajı aynı tuvalde birleştirme durumu kendiliğinden oluştu. İster peyzaj ister figür resmi olsun benim için her zaman duygu ön planda oldu. İyi bir peyzajın doğanın ruhuna ayna tutması ve bu ruhu tuvale yansıtması gerektiğine inanıyorum. Aynı şeyleri figür için de söyleyebilirim. Doğada üst üste yığılı, her biri farklı bir duyguyu ifade eden binlerce görüntünün benzeri, bir figürden de bize yansıyabilir. Her bir anın diğerinden farklı olduğu duygu hallerinin tuvalde ifadesini bulması bir anlamda insan yüzünün peyzajı gibidir. Neticede İster peyzaj ister figür olsun benim için her zaman duygu yakalayabilmek ön planda olmuştur. Bu peyzaj-figür ekseni içerisinde resmimin kendi felsefesinin oluştuğunu söyleyebilirim.
Yağlı boya dışında farklı malzeme arayışlarınız oldu mu?
Henüz değil. Şimdilik tuval resmi yapmayı seviyorum ve sanırım biraz daha böyle gidecek gibi görünüyor. Ancak güncel sanat başlığı altında yapılan kaliteli olan işleri de beğeniyorum ve önemsiyorum. Dolayısıyla ileride neler yapacağım konusunda kesin konuşmamak isterim.”Resim; uzun soluklu bir serüvendir.”
İşlerinizde depresif bir hava söz konusu?
Evet. Sıkça bu tür yorumlar alıyorum. Özellikle yaptığım bir şey değil. Hatta kaçındığım bile söylenebilir. Ancak bir çiçek resmi bile yapsam dokunaklı bir hava çıkıyormuş. Zaten yetiştiğim topraklar zor bir coğrafyaya sahip. Sanırım farkında olmadan içselleştirdiğim bir hüzün var.
Türkiye’de sizce bir ressam ikinci bir işi olmadan ayakta durabilir mi?
Biraz zor. Hatta imkânsız gibi. Özellikle son yıllarda çeşitli kaygılarla galerilere giden ve resim satın alanların sayısı oldukça azaldı. Önceki yıllarda bürokrat, işadamı ve sanatsever kimliği daha yaygınken şimdi iş anlamında geleceğini etkileyecek kaygısıyla resim satın almak, hatta sergilerde dahi görünmek istemiyorlar. Dönemin ruhuyla ilişkili bir şey. Durum böyle olunca sanatçı ve galerilerin işi daha da zorlaşıyor. Bu nedenle sanatçının maalesef ikinci bir iş ihtiyacı zorunlu hale geliyor. Her şeye rağmen resim satın alan ve sanata değer veren kolleksiyonerlerimiz var. Ama yine de geleceğe karşı inancımızı yitirmemeliyiz. Sanata yapılan tüm müdahalelere rağmen üretmeye devam etmeliyiz ve edeceğiz. Özellikle kolleksiyonerlere ve galericilere önemli görevler düşüyor. Sanatın bloke edildiği bu günlerde destek çok önemli. Bir röportajımda da ülkemizin bu dönemini “sanatın karanlık çağı” olarak nitelendirmiştim. Kolleksiyoner, ressam ve galerici dayanışmasıyla bu karanlık dönemin atlatılacağına inanıyorum.