Çok uzaklardan geliyorum…
Orada güneş öyle parlak öyle göz kamaştırıcı ki anlatamam.
Rüzgâr öyle güçlü, öyle hırçın esiyor ki dağlara şarkı söylemekle kalmayıp adeta onları yeniden şekillendiriyor.
Aslında rüzgâr bu coğrafyada her şeyle dans ediyor, kendini yaman duyumsatıyor.
İki Okyanus’a kıyısı olan Cape Town’a, Güney Afrikalılar ‘Ana şehir’ diyor. Cape Town’a, “ayak basma” tanımıyla, Ana şehir havaalanında ülkeye gelenleri ülkenin babası ile karşılıyor.
Havaalanı’nda çıkmadan Nelson Mandela’nın Robben Adası’ndaki hücresini simgeleyen bir köşe, duvarda büyükçe fotoğrafı, yolcuları “Long Walk to Freedom” özgürlüğe giden uzun yol sloganı ile şehre gelenleri karşılıyor.
‘Welcome to the mother city’
Ana şehir sırtını ‘Table Mountain’ yani Masa Dağı’na yaslamış, yüzünü Okyanus’a çevirmiş bir şehir. Sırtını dağa yaslayınca artık bana ölüm yok der gibi… Dağa sırtına yaslamak kaç şehre kısmet olur ki?
Sana kışımı yaza çeviren şehir de diyebilirim…
Cape Town’daki ilk günümüzde o çok bildik; dünyanın yedi doğa harikasından biri olan Masa Dağı tepene bulutları konuk etmiştin. Güney Afrikalılar bu doğa güzellemesine; “Masa Dağı örtüsünü örtünmüş” diyorlar.
1086 metre yükseklikteki Masa Dağı’na hava koşulları güzel olunca teleferikle çıkıp şehrin doyulmaz manzarasının seyri bize kısmet olmuyor. Gözümüz dağın tepesinde, günlerce masa örtüsü dağın üstünde kalkar mı diye bakıyoruz. Ne yazık ki bulutlar kalkmıyor. Aşk olsun Masa Dağı, aşk olsun!
Oysa dört yıl merakla Cape Town gideceğim günleri saydım.
Nagasaki 2010 Kadın Kongresin’ne katılan tüm dünya kadınlarını kısa tanıtım filmiyle, Cape Town’a çağıran Nelson Mandela bizi beklemeden bu dünyadan göçmüştü. Bizler kongre kararı ile sözleştik ve dört yıl sonra dünya kadınları olarak bu güzel kente bilet kesip havalandık.
Uçakta “Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol” filminde dünyaya esin kaynağı olan bir liderin etkileyici gerçek yaşam öyküsünü izledim. Çok etkilendim. Bu duygularla uçak Johannesburg havalanına indi ve yeni yolcular alırken uçakta o bekleme saati nasıl geçti anlayamadım. Filmin etkisiyle telli turnanın telli defterine notlar aldım. Yorgun heyecanlı Cape Town’a indik. Gün henüz batmamıştı. Kaldığımız otel kent merkezindeydi. Paralarımızı bozdurmak için önce bankaya uğradık. Oradan otelimize gittik ve hafif bir akşam yemeği sonrası gün döndü.
Cape Town’da ilk gün ilk heyecan ‘Dünya Kadın Kongresi’ne koşmakla başladı.
Uzun yılların gözlemi dünyanın neresinde bir kadın kongresi yapılırsa yapılsın Afrikalı kadınlar o kongreye giysileri, sözleri, müzik ve dansları ile damga vuruyorlar. Bu kez kendi ülkelerinde bunu doruğa taşıdılar.
Onlar da benim gibi hüznün coşkusu kadınlar…
Kongreyi Güney Afrikalı deneyimli, aktivist kadın sendikacı Louise Thipe açıyor:
“Sıcak ve devrimci hoş geldiniz dileklerimizi kabul edin. Afrika’da ilk kez UNI – Global Unıon Kongresi bizim demokrasimizin 20. yılını kutlarken; yapılıyor. Bu kongre tarihimiz, yaşamımız, bizim için çok önemli dönüm noktasına rastladı ve bizimle kutluyorsunuz.
Cape Town Afrika’yı çok önemli kılan bir yer. Tarihi, kültürü, gelenekleri hepsi bizi temsil ediyor.
Güney Afrika’nın üç başkentinden biri olan Cape Town çok dost canlısı bir şehirdir. Kalesi var. Beyazların girdiği nokta o kaledir. Köle rıhtımı var. Mandela’nın yaşamının bir bölümünü geçirdiği Robben Adası var. Umarım görürsünüz. Adı Ana şehir olsa da kendinizi salmayın. Bizim Afrika’da bir söz var: “Afrika’da doğduysanız Afrika’da sizin içinizde doğmuştur.”
Dilimiz, dinimiz, kültürlerimiz farklı olsa da bizi birleştiren vatanımız, evimiz, yuvamız Afrika!
CAPE TOWN BO KAAP
Bo – Kaap mahallesi iki yüz yıl önce Güney Asya’dan gelen Müslümanlar tarafından kurulan Cape Town sokaklarında özgürlük şarkıları söylenen bir şehir.. Köle Mahalles’inde renk renk boyanmış evler; ‘Gezi Direnişi’ sonrasi boyanan merdivenler gibi… BO KAAP’ta geziyor, sokakta oynayan çocuklarla oynaşıyor, fotoğraflar çektiriyoruz.
NELSON MANDELA VE ROBBEN ADASI
Cape Town’daki son günümüzde Mandela’nin 18 yıl kaldığı Robben Adası’na gittik..
Feribottan iner inmez otobüslere biniyorsunuz. Mandela ile hapis yatan gönüllü tutuklulardan biri başlıyor adayı, yaşamı Nelson Mandela’yı size anlatmaya. Hüzünlü saatler yaşıyorsunuz. Özenle Nelson Mandela’nın hücresini soruyoruz. ‘Tüm hücreler aynı içinde eşya olan Mandela’nın hücresi’ diyorlar.
Hücreyi görünce, içine girince, ister istemez Mandela’nın dal gibi uzun boyu gözünüzün önüne geliyor. İç çekiyorsunuz. Hapishaneyi gezmeyi sürdürüyorsunuz. Bahçede taşlardan oluşan bir tepecik var. Öyküsünü soruyorsunuz. Gönüllü eski tutuklu başlıyor anlatmaya: “ Mandela 1995 yılında adayı ziyareti sırasında mahkum arkadaşlarına konuşma yapıyor ve elindeki ilk taşı bahçenin bu noktasına koyuyor. Onun bu eylemine, onu dinleyen diğer eski mahkumların da aynısını yapması sonucu konan taşlardan bir tepecik oluşuyor. O gün bu gündür bu taşların bir tanesi bile yerinden oynatılmıyor ve dokunmak yasak oluyor.
Robben Adasın’da dönerken; Nelson Mandela’nın sözünü anımsıyorum.
“Kadınlar yoksul olduğu sürece insan hakları eksik kalır.. Kadın yoksul kaldığında da sosyal ilerleme olmaz!”
Bugün kongre Mandela ruhuna saygiyla basladi!
OKYANUS firtinalari esen sehirden selam, SEVGI yolluyorum…
Cape Town’da bir gezginin yol haritasına kendini bırakırsın. Ansızın yolda oluşan, yolu kapatan, yaşamı engelleyen kum tepeciklerini anlatır. An gelir yunusların seyrine sürükler. Gün ortası Afrika penguenlerinin yüzlercesi ile sizi Boulders Plajı’nda buluşturur. Penguenler hava güneşli ise size adeta görsel bir şölen sunarlar.
Duyarlı yüreklere penguenlerin seyri son yıllarda bir espri çağrıştırır. Ülkendeki yaşamsal önemi olan toplumsal olayları siyasi iktidarın korkusuyla veremeyen bazı televizyonların penguen belgeselleri gösterimi aklına düşer. Penguenlerle buluşunca iletileriyle geziyi anlamlı kılana, penguenlerle çektirdiğin fotoğrafı bir de espri patlatarak yollarsın.
Dünyanın öbür ucuna gitsen de gelişen teknoloji sayesinde elektronik postayla gönderdiğin fotoğrafın yanıtı sana gelmekte gecikmez.
“Penguenler sizin yüzünüzden denizden vazgeçip, kayanın üzerinde toplaşmışlar :)”
Sosyal medya sizi dünyanın öte ucunda da olsanız yakalıyor. Kışın gittiğiniz kentte buluştuğunuz yaza bir de yüreğinizdeki bahar eklenince; üç mevsimi aynı anda yaşıyorsunuz.
Yazınızı yazıp milyonlarla paylaşsanız da özel bir ileti elektronik posta kutunuza düşüyor… Çok yaz dercesine sizi yüreklendiren; her ileti bir başka okyanus yangınını yüreğinizde tutuşturuyor…
“Şehrin rengine can katan resimler çok güzel.. Atlas Okyanusu’nun laciverdi sularındaki doluluk, resimdeki kadının duygu denizleriyle buluşmuş sanki…Bu İstanbul sabahında boğazın sularını Afrika’ya taşıyorum:özlemle sizi kucaklasınlar diye…er İstanbul’dan…”
Dünyanın neresine giderseniz gidin yüreğinizde sevgi varsa korkusuz oluyorsunuz.. Yaşama, olaylara, doğaya, insana farklı güzelliklerle bakıyorsunuz.. Yaşamak ve yaşatmak için uğraşınız artıyor.. Atlas ve Hint Okyanus rüzgarlarının esintisine saçlarınızı verip, yürekten sevdiğiniz şarkının dizesini mırıldanıyorsunuz:
“Rüzgar yâre selam söyle!”
Gün sonu dünyanın öte ucundaki Ümit Burnu’na yolculuk sürerken; yolda babun çeteleri denen sevimli maymunlarla karşılaşıyorsunuz. Rehber çantanıza özen göstermenizi istiyor. Çünkü bu sevimli maymunlar gezginlerin çantalarında yiyecek aşırıyorlar.
Ümit Burnu kıtanın en güneyi ve gemicilerin “Artık doğuya dönme zamanıdır.” Dediği noktayı oluşturuyor. Günün sonunda Ümit Burnu’nu belleğime nakış nakış işliyorum. Ben işlemesem de o güzelliğiyle izini bırakıyor.
Cape Town’da son gün parlak güneş ve Masa Dağı tüm güzelliğiyle bizi uğurluyor. Pilotlar güzel bir kalkışla şehrin seyrini doyumsuz yapıyorlar. Sanki birileri kulaklarına fısıldamış gibi pilotların güzel mi güzel havalanma jestiyle bizler masadağına çıkmış gibi avunarak, kışımızı yaza çeviren Cape Town’dan İstanbul’a dönüyoruz…
Yaşar Seyman