Bir dönem yayıncılık yapan, aynı zamanda Görme Kılavuzu, Oğuz Atay’ın Yaşam Oyunu adlı kitapları da bulunan Hasip Akgül ile, Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan son kitabı Albayım üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Albayım için sözünü sakınmayan bir roman diyebilir miyiz? Bunu da günceli yakalayabilmiş olmasına bağlayabilir miyiz?
Güncel bir konuyu çalışmanın romanda riskli olduğunu, üç yıl çalışıp sonunda bir iki ‘şok haber’le romanın kadük hale gelebileceğini söyleyenler oldu. Nitekim yayıncılık dünyamızın pek levent editörlerinden biri ‘bu konular eski ve aşılmış konular’ dedi. Ergenekon, darbe v.s gibi konuları edebiyatta 2015 sonu için aşılmış, eskimiş, demode olaylar olarak gördüğünü söyledi. Ancak sonrasında ilginç bir şey oldu. Romanımı anlayan bir editör sayesinde basılmasından 6 ay sonra tepemize iki darbe birden düştü. Edebiyatın konularının moda kreasyonları seçer gibi belirlenemeyeceğini edebiyatta her konu ve temanın özgürce işlenebileceğinin altını çizmek için söylüyorum bunları. Edebiyata bu özgürlüğü verirsek görünmeyenleri görür, bilinmeyenleri biliriz. Çünkü o üçüncü gözümüz gibi çalışır.Romanda olay Ergenekon tutuklamalarının dalgalar halinde devam ettiği 2007’de geçiyor. Ancak ben ‘olaylardan’ ziyade ‘olayların ruhu’ ile ilgilendiğim için bu konuda cesur olabileceğimi düşündüm. Güncelin içerisinde her zaman tarihsel ve evrensel damarlar vardır.
Albayım romanının karakterlerinden Kemal, yaşamı boyunca rutine karşı mücadele ediyor. Mevcut hastalıkları ve ruhsal bunalımları ile baş edemeyince iyileşmek için roman yazmaya karar veriyor. Kitabınızda trajedi olduğu kadar mizahı da ele almışsınız..
Albayım romanının trajik olduğu kadar politik bir konusu vardır. Ancak durumlar ve zaman zaman anlatım dili komiktir. Ağzının içinde babası Emekli Albay Yurdanur Yılmaztürk’ün cümleleriyle yaşayan Kemal, romanın esas kişisidir. Bu imge romanın yatağı olarak düşünülebilir ve bunu bütün bir romanın akışında duyarız. “Rutin, sıkıcı ama ihtiyatlıdır.” Bu statükocu cümle de Albayım’a aittir. Kemal, davul çalma, kuş gözlemciliği gibi uğraşılarıyla kurtulmaya çalıştığı ‘ağzının içindeki albay’dan o güne kadar kurtulamamıştır. Romanda ayrıntısıyla yazılmış bir mekânda bundan kurtulabileceği yolu bulur ve işte elimizdeki bu romanı yazar. Albayım romanını; önsözün sonuna atılmış imzadan anlaşıldığı gibi, aynı zamanda romanın içinde yaşayan bir karakter olan Kemal yazmıştır. Bir Escher resminde olduğu gibi adeta resmin içindeki bir el kendini çizer.
“Albayım’ı yazarken benim politik meselelerim, dertlerim vardı. Bizim, solun içinden gelirken bile, kendimizi tam olarak var edemeyen, kendimizi ifade edemeyen, kendi ağzımızın içinden egemen ideolojilerin konuşmasını takmıştım kafaya. En çok da kemalizme takılmıştım. Albayım romanında bunu tartışmaya çalıştım.” diyorsunuz. Albayım sizin politik duruşunuz diyebilir miyiz?
‘’İdeoloji için, insanları inandırdığınız ve ona göre kalıba soktuğunuz bir hikâye’’ diye tanım yapılır. Bu hikâye bir gerçeğe dayanabilir, ya da tamamen uydurma veya mitsel nitelikte de olabilir. Örneğin Fethullahçı okulların Türk kültürünün yayılmasına ve Türk hinderlandının oluşumuna katkı yaptığını anlatan bir mit vardı. Bu yaklaşım bırakın tutucu sağcı kesimi İlber Ortaylı’dan, Bülent Ecevit’e kadar bir çok insanı kendine inandırmış, dahası savunucusu haline getirmiştir. Benzer şekilde“15 Temmuz” olayı da artık herkese inandırılması, kafalara nakşedilerek sürekli canlı tutulması gereken bir hikâye, bir mit haline getiriliyor. Bakın ilköğretim müfredatında 7 yaşında çocuklara bu anlatılmaya başlandı. Bunu bütün gerçeklerin üzerinde görmesi isteniyor. ‘Yeni imanlı’ bir kesim, bu kez bu ideoloji üretimiyle yetişmiş olacaktır. Tıpkı gerçekliğini daha uzun döneme yayabilmiş “Kemalizm”in de Cumhuriyet ideolojisinin bir miti olması gibi…Bu ideolojik gözlüklerin zaman zaman görmeyi kolaylaştırdığı,hatta olumlu bir değer için kitleler oluşturduğu, karmaşık görünen olgulara bir açıkalama üretir hale getirdiği doğrudur.. Ama aynı zamanda bu konfeksiyon şeklinde üretilmiş bir görmedir. Kalıba sokulmuş, şekil şemal verilmiş insanlar yaratmaya yarar. Kemal, ağzının içinde konuşup duran Albayım’a karşı yaşamsal bir mücadele verirken aslında bunlara karşıdır. Ancak romanda bunlar örtüktür. ‘Mesele’ dediğim bu tür dertleri romanın başka katmanlarında, aile ilişkileri bütününde ve imgesel boyutta hissederiz. Kendi sözcüklerimizi bulduğumuzda bütün kekemelik ve anlatım problemleri ortadan kalkıyor, hayatın ‘şimdi’sine yaratıcı yanıtlar verilebiliyor.
Daha önce ‘Görme Kılavuzu’ diye bir deneme kitabınız ondan da önce ‘Oğuz Atay’ın Yaşam Oyunu’ isimli inceleme ve oyun kitabınız var. Son 8-10 yılda ağırlıklı olarak romana eğildiniz ve roman okumanın önemli olduğunu söylüyorsunuz? Roman sizin için neden önemli?
Romanın bireyin ortaya çıkışıyla ilgili bir tür olduğunu biliyoruz. Her konunun ve her biçimin özgürce denenmesine açıktır. Yaratıcılığa, yazanın ve okuyanın başka boyutlarda kendisini keşfetmesine izin veren harika bir yazın türüdür. Baskı ortamlarında roman türünün ve giderek günümüz dünyasında romanın daha çok okur ve yazar üretmesinin nedeni de budur. Yiyecek, barınma kadar hayal kurma ve özgürce düşünebilme ihtiyacımız da kutsal olduğu için roman değerli. Ve tabi bu alanda severek çalışabildiğimden benim için de önemli. Roman bana göre toplumun içinde birey olduğumuzu ama bir birey olarak da içimizdeki toplumla varolabileceğimizi anlatır. Bu aynı zamanda insan kalabilmenin anahtarıdır.
İyi yazar çok okunma amacıyla değil bir gün iyi okurun kendini mutlaka bulacağı inancıyla yazar
Meşhur yazarların kitapları yüzbin sattığında çok satan bestseller kitap kategorisinde sayılıyor. Yazarlar satış kaygısı ile mi yazıyor, gerçek okura ulaşma fikri yok mu?
Bazı yazarlar ikisini bir arada becerebiliyorlar. Ama bu konuda benim aklımda tuttuğum yazarlar şimdi hemen sizin aklınıza geldiğini tahmin ettiğim yazarlarla aynı değil. Örneğin Reşat Nuri, Sebahattin Ali, örneğin Yaşar Kemal… Bu tür yazarlara çok satmış oldukları için toz kondurabilir miyiz? Gerçek okur, ulaşması gereken kitabı her zaman buluyor. İyi okur doğada besin arayan tazı gibi koklaya koklaya onu bulur. Bazen AVM kitapçılarında değil de… ama sırtı yorgan iğnesiyle dikilmiş olarak eski kitapçıda, ama babasının tozlu kitaplığında… mutlaka bir yerde buluyor. İyi yazar çok okunma amacıyla değil, bir gün iyi okurun kendini mutlaka bulacağı inancıyla yazar… sakince ve bir yoksulun mutluluğuyla…’Çok’ların ve ‘en’lerin iyi olmadığını biliyorum. ‘Herkese ihtiyacına göre herkesten yeteneği kadar!’
Bazı yazarlar karakterlerinin kendilerini yönettiklerini söylerken bazıları da bunun tam tersi olduğunu söyler. Size nasıl olur?
Ben başlarken ana karakterim Albayım olacak zannediyordum. Onu kötü değil bütün olumsuzlukları içinde sevimlilikleri olan tuhaf bir aydınlanmacı olarak düşündüm. Böyle yapabilirsem onun yarattığı kötücül atmosfer daha inandırıcı olacak diye çalışıyordum. Ancak esas oğlan süreç içerisinde Albayımın oğlu Kemal oldu. Sanki bir ‘bildungsroman’ türü romanda olduğu gibi oluşumunu romanın gelişimiyle koşut gerçekleştirdiği için benim değişik tasarılarıma rağmen o öne çıktı. Ama diğer konu ve kişilerim planladığım çerçevede geliştirebildim. Roman yazmak Borges’in bir kitabının ismi gibi ‘yolları çatallanan’ bir bahçe ya da ormanda yürümektir. Aslında genel bir planınız vardır ama bir yerlerde yollar çatallanır. Biz romanları bu evrenden sıkılıp başka bir evreni keşfetmek için okuruz. Okurun o evreni keşfederken tuhaf, büyülü bir kaybolma anı yaşaması yeniden kendini bulması içindir. Bu duygunun çok inandırıcı yaşanabilmesi, planı elinde olduğu halde bir ara gerçekten yazarın da kaybolabilmesine bağlıdır.
Albayım için son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Şanslı bir roman! Kendine iyi bir yayınevi buldu. İlk baskısı kısa sürede bitme noktasına geldi. Bu, kendine okur da bulabildiğini gösteriyor. Diyebileceğim her şeyi içinde söylediğimden, artık Albayım için tek diyebileceğim şey ‘Allah müstahakını versin!’
Gülistan Ertik
gulistan@mutlusonmedya.com