AHMET YEŞİL’İ ANLAMAK
Ümmühan Kazanç
İlk resim sergisini açtığı 1979 yılını resmi başlangıç kabul edersek, Ressam Ahmet Yeşil otuz yedi yıldır aktif olarak sanat yaşamının içindedir. Sanatı hayatı, hayatı sanatıdır. Atölyesi mabedidir. Atölyesinin dışına çıktığında yurtiçi ve yurtdışındaki önemli sanat etkinliklerini, müzeleri, galerileri gezer, kişisel veya grup sergilerinin açılışlarına katılır. Bugüne kadar 105 kişisel sergi açmış, 297 karma ve yarışma sergisine katılmış, 24 ödül almıştır. “Otuzyedi yıllık sanat yaşamına bu kadar sergiyi nasıl sığdırmış?!” diye düşünebilirsiniz. Sorunun cevabını, onu yakından tanıyanlar çok iyi bilir. İlkelerinden ödün vermeden, disiplinli olarak sürekli çalışır, çalışmadığı zamanlarda sürekli araştırmalar yapar; dünya, ülke sanat ve kültür siyasi yaşamını takip eder. Desen çizer, en önemlisi de beş-altı bin kitaptan oluşan zengin kütüphanesinde kitap okumak büyük keyfidir. Ve insanların birçoğundan farklı olarak günde en fazla üç saat uyku onun için yeterlidir.Ahmet Yeşil, ‘-izm’leri ya da güncel sanat akımlarını, sanatını kategorik belli bir çerçeve içinde sınırlayacak bağlayıcı bir unsur olarak düşünmez. Sanatına katacağı değerleri düşünerek, yararlanarak, kendi sanat anlayışını ifade biçimini oluşturmaya çalışır. Tam anlamıyla ‘nev-i şahsına münhasır’ olarak tanımlanabilecek bir fırçası vardır. Dünya’daki ve Türkiye’deki moda akımları çok yakından takip etse de o kendi gerçeğinden vazgeçmemiş, yıllar içinde fırça darbeleri ile tuvaline aktardığı özlemleri, tutkuları, heyecanları, duyguları, düşüncüleri, acıları, mutlulukları onu nereye götürdüyse, sanatı da o bağlamda gelişmiş, bugünkü gücüne ulaşmıştır. Özellikle ve ısrarla belirtilmesi gereken nokta ise, dünyadaki hiçbir sanatçıyla karşılaştırılamayacak ve Ahmet Yeşil tarzı olarak anılan görsel bir dil yaratmış olmasıdır.Yeşil’in çalışmalarını dönemler içinde incelersek; pek çok sanatçının kariyerinin başlangıcında olduğu gibi “İlk Dönemi”nde peyzaj çalışmaları dikkat çeker. Sanatçı bu döneminde daha çok izlenimci olarak nitelendirilebilecek çalışmalara imza atmıştır. Sanatçının “İkinci Dönemi”ni yani 1980-1989 yıllarını, sosyal ve toplumsal içerikli çalışmalarında kadın ve çocuğu ele aldığı “Figür Dönemi” olarak tanımlayabiliriz.1990-1997 yılları arasına tarihlenen sanatçının “Üçüncü Dönemi”ni kıvılcımın ateşlenmeye başladığı yıllar olarak tarif etmek doğru olacaktır. Belki de annesinin terzi olması ve denize olan tutkusunun etkisiyle bilinçaltında yarattığı ip imgesi, önemli bir detay olarak resim yüzeyindeki yerini almaya başlar. Halat ve ipler, antik dönem heykellerinin, objelerinin ve arkeolojik görüntülerin arasında özgün ve özgürce salınmaya başlar. İpler, halatlar bu dönemde kompozisyonların vazgeçilmez elemanı olurSanatçının “Dördüncü Dönemi”nde ise ipler, halatlar tuvalin bütün yüzeyini, içeriğini sarmaya başlar. Dönüşmeye, evrimleşmeye başlar. Halat ve ipleri kullandığı dönem de kendi içinde dokuz döneme ayrılır. Birinci döneminde, tematik simge ve figürler aralara girer. İkinci döneminde, anlatımcı bir tavırla daha da yoğunlaşan ip ve halat imgeleriyle tuval yüzeyinde konulu kurgular oluşturmaya başlar. Sanatçının en önemli serilerinden biri olan “Benim Çiçeklerim” üçüncü döneminin eserleridir. Dördüncü döneminde; “Ağaç ve Orman” kurgulu eşsiz kompozisyonlar ortaya çıkar. Ahmet Yeşil’in imzası haline gelen ve “Deniz İmgeleri”nin başat olduğu beşinci döneminde unutulmaz eserler ortaya çıkar. “Işık ve Gölgeler” adını verdiği altıncı döneminde, tema ve simgelerin yerine, sadece ip ve halatın üzerinden yaratılan imge ve plastik dilin hakim olduğu minimalist etkiler başlar. Bunlar, ışığın illüzyonunun yarattığı kompozisyonlardır. Yedinci dönem “Bul(uç)ma” serisi, sekizinci dönem ise, paletinin artıkları ile iyice minimalize olmuş kompozisyonlar arasında rölyef etkisi yarattığı “Tarihsiz Günlükler”dir.
Sanatçının son dönem çalışmalarında tüm tematik anlatım dilinden soyutlanarak, plastik ve sanatsal gücün yarattığı tam minimal çalışmalar, imgesel bir açık yapıt olarak ortaya çıkar.
Hala Ahmet Yeşil’in tuvalinde ip ve halat görenler için de şunları söyleyebiliriz. İp ve halat sözlük anlamıyla bağlayıcılığı ifade eden, sarmal nesnelerdir. Ahmet Yeşil’in tuvalinde ise, ip ve halatlar, maddi dünyadaki bağlayıcı rolünü tamamen kaybeder ve artık onlar, resim düzlemine yepyeni açılımlar sunan, sanatçının plastik dilinin vardığı imge, anlatmaktan anlamaya kullandığı bir araç haline dönüşür. İzleyiciyi ipler, halatlar çekmez sanatçının iç dünyasına. İzleyiciler, sanatçının kendine has mavi, yeşil, mor ya da kırmızı renklerle tuval yüzeyinde yaratığı şiirsel kompozisyonların içine dalıverir. Bazen denizin altında, bazen dalgaların üzerinde, bazen yeşile gebe mavinin içinde buluverirler kendilerini. Sanatçının istediği tam da budur. İzleyiciyi ve resimsel imge derin bir diyalog içindedir.
Ahmet Yeşil’in, “Yaratı Eşiğinde Halat Üzerine Notlar” isimli yazısı, ip ve halat manifestosudur. Sanatçı kendini şu şekilde ifade eder:
“Halatın nesnel kimliği üzerinden, sanatsal objeye dönüşen ip, halatın kendi ritminin yaşamın ritmiyle beraber yarattığı kozmos plastik bir dile dönüşürken, sanatımı da özgün bir kimlik kazandırıyor. Yaşamda da her anın, duygunun, sanatçının sezgisiyle, görme biçimiyle, halatın ritmik kıvrımlarıyla yaşamın ritmi arasındaki ilişkiye göndermelerdir. Halatın ritmik kıvrımları üzerine düşen, renk, ışık, açık koyu değerlerin bize ait olanın yansımalarıdır. Yaşama ait sosyal, toplumsal, siyasal ekonomik, ekolojik, kişisel yaşamın her boyutunun halatın nesnel yapısı üzerinden plastik,estetik değerlerini en üst düzeyde sanat yapıtına dönüştürmeye, sanat anlayışımla ifade etmeye çalışıyorum.
Plastik anlatım dilini yakaladığım ip, halat nesnel tanımından sıyrılarak kendi sözünü kurmaya başladı. Resmimdeki her olgunun yaşamımda bir karşılığı vardır. Zaten altını dolduramadığınız bir dil size ait değildir. Zaman içinde plastik dilinizi oluşturduktan sonra, kendinizi keşfetmek üzere teknik arayışlara giriyorsunuz. Durduğunuz an kendi ayak izlerinizi işgal edersiniz. Resim dilini izlemek, seyretmek üzere zamanı beklemeye almak gibi bir lüksüm olmadı. Arkanızdaki birikim, yeniye başlamak üzere bir deneyden ibaret. Hiçbir deneyi inkar etmeden, plastiğin dayattığı yenilenmeye açığım. Arayış, bilinç, hesaplaşma iradesi kendi plastik açılımını getiriyor zaten. Son dönem çalışmalarımda ip, resim dışında hiçbir anlatım kaygısı aramadan, plastiğin ve imgenin kendi dönüşümünü ve gücünü kurdu. Daha yalın, daha minimal. Bu elbette benimle hayat, benimle resim ve benimle kendim arasında süren gerilime bir çözüm çabası.”
Ahmet Yeşil’in manifestosunda belirttiği resim ve hayat arasındaki ilişki, gerilim, çözüm bulma çabasının tuvale yansıması, toplum ile sanatı arasında bir uçurum yaratmaz. Onun sanatı herkese yakındır, herkes kendinden bir şeyler bulur. Sanatçının “Görsel Dokunuşlar” isimli yazısında bu ilişki daha net ortaya çıkar:
“Yaşamın gerçekleriyle her an yüzleşme durumumuz, görüntünün anlam değerleriyle yüzleşme biçiminde karşımıza çıkar. Bu ise yaşamın her boyutundaki görüntüler/yansımalar arasında kendimize ait olanla buluşmamız demektir.
Bulma, buluşma, kavuşma, keşfetme kişinin kendi gerçeğiyle yüzleşmesidir.
Duyguların, olguların insana ait saf, onu özgün kılan gerçeğiyle buluşmasıdır.
Sanatın yarattığı estetik/plastik değerler, dünyaya yansıyan bir atmosfer kurar. Gündelik yaşama kilitlenmiş insanların da belki hiç ilgilenmedikleri bu yansımaların içinden geçmesi kaçınılmazdır; çünkü görsel olana bakmanın ötesindeki görme biçimi, yaşamı algılayan aklın görsel dokunuşlarıdır. Onları hiç istemese de yakalar, emerek içine soğurur ve beklemediği birileriyle ortak algıya zorlar.
Görsel olan sataşır, örter ve estetik aklın duyarlığına yerleşir.”
Ahmet Yeşil resmindeki ritm, denge, lirizm, ışık, gölge ve yeniden tanışıyormuşcasına öne çıkan canlı renklerin kusursuz uyumu, birçok farklı kültürden izleyicinin, hızla resim ile ilişki kurmasını sağlar. Bu yüzdendir ki Türkiye, Almanya, Amerika, Kanada, Hollanda, İngiltere başta olmak üzere birçok özel ve kamusal koleksiyonda eserleri bulunmaktadır. Celal Soycan’ın (2015) Ahmet Yeşil’in katalog metni için el aldığı “Tuvalde Oda Müziği” başlıkla yazısındaki cümleleri de sanatçının ulusal ve uluslararası kabul gören plastik bir dil yakalamış olmasına vurgu yapar:
“Nitekim dış dünyada biçimsel karşılığını bulmakta zorlansa da bu resimlere bakan her izleyici hiçbir gerginlik duymaz; her yaştan/kültürden/ulustan insana kendini açar; çünkü bu resimler sosyo-kültürel olarak doğadan kopuk insana, yani Descartes’cıl Doğa/Kültür ayrımına bir sanatsal itirazdır ve insana doğayı, kendi doğasını vaat eder. Bir yerlere sıkışıp kalmış gizil gücü kendi hakikati içinden hayata geri çağırır. Tuvaldeki kozmogonik atmosfer ve büyük resim planlarına karşın duyumsanan yalınlık bu doğallığın sesidir. Bunun için resim figürasyondan ve dış sesten arınmıştır; yalın ve sterildir; insanın geri çekilmiş varlık sevincine, doğasına, içeriye ve dışarıya, karanlığa ve ışığa, doğuma ve ölüme ait sessizlikle dolu bir yakarıştır.”
Ahmet Yeşil’in sanatını ve yarattığı sıra dışı plastik dili, görsel şöleni anlamak, duyumsamak, hissetmek için, olağanca doğallığıyla sizi içineçeken tuvallerinin karşısında biraz vakit geçirmeniz yeterli. Siz resimleri, resimler de sizi anlayacaktır.
ÜMMÜHAN KAZANÇ
Sanat Editörü