Sanat Söyleşileri / Şevket Arık
Röportaj: ŞULE ÖZBAHAR
Sanatsal sürecinizin ortaya çıkması ve bu alanda eğitim almaya karar verme aşamalarından bahseder misiniz?
Şimdilerde anladığım en önemli durumlardan bir tanesi, insanın kendi dehasını aramaya çocukluk yıllarından başladığıdır. Ama bunu klasik anlamda şunu yapardım veya sürekli resim yapardım olarak söylemeyeceğim. Asıl olanın kendini özgün bir varlık olarak inşa etmek veya kendini gerçekleştirmek için sıra dışı tavırların içimden bir yerlerden harekete geçtiği hissidir. Anadolu’da bir yerlerde çocukluk hayatımın geçtiği dönemde, kendi kuşağından çocuklar arasında hep heyecanla sıra dışı cümleler kuran ve özgün bir anlayış geliştirmenin mucizesini arayan bir birey olmuşumdur. Tabi ki o koşullarda bilinçli bir yetenek yönlendirmesi ile karşılaşamadığımdan, bu süreci yetişkinliğe adım attıktan sonra daha bilinçli bir şekilde kendim inşa ettim diyebiliriz. Hayata tutunma süreci ile mücadele ettikten ve bir istikrara kavuşturduktan sonra, içimdeki özgün varlığın kendini gerçekleştirme sürecine adandım diyebiliriz. Burada çevremde hiçbir şekilde sanatla ve özellikle güzel sanatlarla ilişkili kimsenin olmaması ve bu yönde kişisel çabalarımın sonuç almadan uzak pozisyonu nedeniyle, bu işin eğitimini almanın zorunluluğunu ortaya çıkmıştı ve böylece kısa bir kurs süreci sonrası sanat eğitimi hayatım başladı.
Gazi ve Hacettepe üniversitelerindeki akademik sanat eğitimi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Eğitim sürecinin erken dönemlerinde daha çok sanatın boyutlarını ve aslında ne olduğunu kavramaya çalışıyorsunuz. Teknik ve malzeme bilgisi, uygulama becerisi, sanat tarihi ve estetik gibi alanlarda kendinizi geliştiriyorsunuz. Şimdi baktığımda bütün bu süreçler gerçekten çok önemli ve anlamlı bir yer ediniyor. Sonrasında kendi özgün tavrınızı belirlerken, bazı tercihleri kararlılıkla vermenizin yolu da bu dönemlerdeki birikimlerinizin yetkin olmasından güç alıyor diyebilirim. Gazi üniversitesinde “Sanat Eğitimi” bölümünde lisans eğitimini almış olmam, benim için “Gazi” geleneğini yaşadığım çok değerli bir dönemdir. Ülkemizdeki sanat eğitimi kurumlarına çok değerli “Sanatçı Eğitimciler” kazandıran kurumsal bir geleneği sindirdim diyebiliriz. Kişisel açılımlarımdaki temel yaklaşımları inşa ettiğim ortam olarak her zaman özel hissiyatla hatırladığım bir ortamdır. Sonrasında Hacettepe Üniversitesindeki Yüksek Lisans sürecim, sanat eğitimi ve güzel sanatlar ortamı arasındaki anlayış ve yaklaşım farkını algılamama katkı sağlamıştır. Özellikle özgürleşme ve kişisel sanat sürecimi inşaa etmemde açılımlar oluşturabileceğim yöntemlerin farkına vardım diyebiliriz. Bu yönüyle de gerçek anlamda sanatın öncü ve alternatif taraflarını kişisel yetkinlik alanına kattığım bir dönem olmuştur.
Yüksek lisans tezinde ele aldığınız “Prematüre” kavramı ile doktora döneminde ele aldığınız “video sanatı uygulamalarının lise düzeyinde eğitimi” konulu tezlerinizi kısaca anlatır mısınız?
Bir aşamadan sonra sanat yapma eylemi, kavramsal çerçevede belli konulara ve uygulamalara karar vererek ilerliyor. Ben bunu erken dönem lisans eğitimi aşamasında yapmaya başladım diyebiliriz. O dönemlerde bazı konular seçmek daha çok uygulama yapmak için gerekçe olarak belirlediğim şeylerdi. “baskı presleri”, “atık nesneler”, “tekerlekli sandalyeler”, “hasta sedyeleri” vb. gibi konular resimsel uygulamalarım için çok zengin ve elverişli bir durum yaratıyordu. Sonrasında ele aldığım “kuvöz” resimleri ile “prematüre” kavramı ile karşılaştım. Anne karnındaki sürecini tamamlayamadan erken doğan çocuklar için kullanılan bu tıbbi kökenli kavramı; daha sonra sosyolojik ve kültürel anlamda gelişim noktasında olgunlaşmasını tamamlayamayan ve sürekli bir “prematüre” sendromu yaşayan toplumsal yapıya uyarladım. Doktora döneminde tekrar “Sanat Eğitimi” alanına dönmüş olmam, bu süreçte sanat eğitimi alanına katkı sağlama noktasında yenilikçi bir arayışa daha girmemi zorunlu kıldı. Böylece lisans düzeyinde belli oranda eğitimi verildiğini düşündüğüm “video sanatı uygulamalarının” Güzel Sanatlar Liseleri’nde bir ders olarak verilebilmesi için bir tez çalışması gerçekleştirdim. Hem bilimsel hem de sanatsal anlamda önemli bir katkı sağlayacak veriler ve program oluşturdum.
Genel olarak kişisel sergileriniz ve küratöryal projelerinizde hep manifestolar eşlik etmekte?
Kişisel olarak ayrıcalıklı taraflarımdan bir tanesi de budur diyebiliriz. Genel olarak yöntem kullanma becerisi herkeste olmasına karşın, o yöntemin içeriğinde özgün yaklaşımlar ortaya koymak gerekir. Benim de bu yönde bir kapasitem olduğunu fark ettikten sonra, birçok defa sergi manifestoları ve bazı metinler kaleme almışlığım vardır. Bence birçok şeyi başlatan ve bir araya getiren şeylerin en başında yenilikçi ve özgün bir düşünce yatar. Biz sanat ortamının aktörleri bu özgün kavramları sezmek ve ortaya çıkarmak durumundayız. Sanat ortamının vizyonu açısından bu bir zorunluluktur.
Bazı örnekler vermek gerekirse;“Prematüre”: Toplumun kültürel olgunluk anlamında sürekli bir eksiklik ve tamamlanamama hali yaşamasıdır. “bilinmeyen bir cisim yaklaşıyor”: kontrolün kimde olduğunun belirsiz olduğu bir durumun ironisi yaşanmaktadır. Güç ve iktidar yeni şeklini alırken, durum karşısında “bilinmeyen bir cisim yaklaşıyor” belirsizliği ile hayret dolu bir tepkinin ortasındayız. “Arsızlar”: toplumdaki şıra dışı karakterlerin, toplum ahlakının ve etiğinin sınırlarını zorlayarak, canice, sapıkça, ahlaksızca en adi suçları işlemesi ve toplumdaki normal bireylerin vicdanını canlı tutmasını sağlaması. “doğadan rol çalan insan”: her şeyin başlangıcı olan doğa, her şeyin tanımlayıcısıdır aslına. Oysa ki biz; insani tanımlar üzerinden yarattığımız durumlarla, bencil bir varlık olduğumuzu bütün ihtişamıyla göstermekteyiz. “her şey senin içinde”: ne birebir içinde olduğum ne de sürekli gözlemlediğim bir doğanın içerisindeyim. Her şeye kent koridorlarında dolaşıp duran medeniyet postu giymiş sanallıkla bakıyorum. Aradığım her gerçeklik fikri, kafamda kurguladığım kadar gerçek oluyor. “çemberin içindesin”: bireysel olarak hepimizin hayali bir çemberi vardır ve kişisel alanımızın sınırlandığı bir alan oluşturur. Ayrıca; “fabl güncel öğretiler”, “av sahası”, “taş yerinde ağır”, “göz kararı”, “paralaks” vb. kavramsan içerikli manifestolarım yer almaktadır.
YAYGARA sanat inisiyatifi kurucularından birisiniz. Bu oluşumun dünü, bugünü ve yarını hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Akademik kariyerlerimize devam ederken, kamusal alanda sanat etkinlikleri planlamak ve kurumlar dışında projeler geliştirmek için 2007 yılında bir grup arkadaşla YAYGARA Güncel Sanat İnisiyatifi’ni başlattık. On yıl gibi bir sürede Ankara başta olmak üzere birçok sanatsal etkinliler gerçekleştirdik. Kuruluş manifestomuzun en önemli mottosu; “her yer ‘Yaygara’ mekanı, her şey ‘Yaygara’ konusu ve her an kopmaya hazır bir ‘Yaygara’dır. Yaşadığı kentle ilişkilerini sanat üzerinden kurmayı amaçlayan bir paylaşım ortamı oluşturduk.
Bu süreçte gerçekleştirdiğimiz önemli sergilerden bahsedersek; “şüpheyi askıya almak” 2007, “kimi zaman” 2008, “seyir deneyimleri” 2008, “iyi kötü çirkin” 2009, “fasafiso” 2010, “doğa cennetse kent cehennemdir” 2011, “göz kararı” 2012, “gezgin kulübe” ve “gizli özne paralaks”2015, gibi. Bütün bu etkinliklerde güncel sanat dilinin her disiplininden çalışmalar ve kuşaklar arası geçişler gözetilerek, yaşanan dönemin bir izdüşümü aranıyordu. Böylece döneme damgasını vuran dinamik bir süreç yaratıldı ve bir süre sonra bu sürece katkı sağlayan birçok inisiyatifin ortaya çıkmasına öncülük ettik diyebiliriz.Kentin sanat ortamı ve geleceği için projeler ortaya koyan ve geleceği planlayan bir ekip olarak, kent hafızasındaki yerimizin sonsuza dek hatırlanacağını söyleyebilirim. Nihayetinde bir olgunluk süreci ve metal yorgunluğu yaşayan ekip, aynı zamanda kişisel varlık alanlarına yeterli zaman ayırmak adına durağan bir dönem ve sonrasında nihayete erdirme süreci yaşamıştır. İnisiyatifler üzerine yorumlarım arsındaki şu cümlede olduğu gibi; “inisiyatifler sanatın uyuyan hücreleridir, her an her şey yapabilirler”.
Çalışmalarınızda bilinçli bir şekilde periyodik sayılabilecek dönemsel değişimleri nasıl açıklıyorsunuz?
Geleneksel olarak sanat ortamında kalıcılık ve özgünlük için bir üslupta yol almak gibi bir anlayış yer almaktadır. Bu durum günümüzde de birçok sanatçı için devam ediyor diyebiliriz. Bende belli oranda buna inanmakla birlikte aynı zamanda bireysel olarak alternatif tüm yönlerimi ortaya koymaya, yeni yöntem ve malzemeleri denemeye ve multi-disipliner bir kafaya ulaşmak istiyorum. Önceki dönemlerde üslup geçişleri ve konu periyotları olarak değerlendirdiğim süreç, sonraları teknik ve yöntem olarak bağımsız sıçrama işlerle de devam etti. Artık gelinen noktada belli oranda üslup çağrışımı olsa da daha çok bir isim altında anılan işler algısına gelmiş bulunmaktayım.
Erken dönem çalışmalarınızda expresif serbest figürler, sonraki dönemde vahşi doğa ve insan arasındaki ilişkiyi konu alan hayvan imajları ve son dönemde yalın nesneler serisi gibi konuları hangi kavramsal zeminde ele alarak ilerliyorsunuz?
Ekspresif figürler ve erken dönem konularımda ressamca bir tavır olarak çok katmanlı yoğun boya etkileri ve kroması yüksek renklerle yoğun bir pentür etkisi vardı. Bu tavır geleneksel eğitimimin bir yansıması olarak, işlediğim konulardan çok, boya ile oynamayı resimsel bir öncelik olarak görüyordum. Bu dönem işlerim zengin, dinamik, kışkırtıcı ve ekspresif olarak tanımlanabilir. Ancak sonraları sanat anlayışımda gelişen kavramsallığı önceleme refleksi, resim geleneğinden kopmadan yeni uygulama periyotları arayışına sürükledi. Böylece daha çok kavram resimleri diyebileceğimiz, sembolik ve anlatımcı çalışmalar silsilesi başladı.
Serbest figüratif dönemin en önemli kavramsal yaklaşımı “arsızlar” serisidir. Bu seri de ele aldığım konularda genel olarak ahlaka, vicdana ve etiğe saldıran karakterleri işledim. Bu karakterler, bir şekilde toplum vicdanının balansını ayarlayan kahramanlar olarak tanımlanmıştır. Biraz grafiksel etki altına giren ve kurgusal diyebileceğimiz kompozisyonların yoğun olduğu, ancak kavramsal temelde güçlü anlatılar yakalayan işler dönemi başladı. “Vahşi doğa”, “insanın doğadan rol çalması”, “av sahası”, “doğanın karakteri”, “insan ve doğanın sınırı”, “ekolojik yıkım” gibi konuların yer aldığı resimsel anlatılar dönemi oluştu. Sembolik olarak tam bir kavram okuması yapılabilen işler ürettim denilebilir. Bu dönem çalışmalarımın manifestosu olarak metinlerde oluşturdum. Bu dönem işlerimin kavramsal temeli üzerine söylenecek özet cümlem ise; “doğanın felaketi, O’nun adaletidir” cümlesidir.Bir önceki uygulama dilimdeki bazı unsurları minimalize ederek, yalın nesne anlatıları dönemine geçiş yaptım. Bu dönemin ilk örneği “bifteği avlamak” çalışmasıdır. Burada oklar saplanmış biftek parçaları resmedilmektedir. İma edilen kavram ise “artık kimse doğada avlanmamaktadır ve hemen herkes tabağındaki bifteği avlamaktadır” şeklindedir. Bu çalışmadan sonra baltalar, taşlar, yapraklar, ipler vb. gibi yalın nesneler üzerinden minimalist anlatılar devam etmiştir.Son süreçte bazı alternatif yollarda inşa etmiş bulunmaktayım. “Daily-art” serisinde, sosyal medya odaklı “foto-performans” çalışmaları ortaya koydum. Yaklaşık iki aylık süreçte hemen her gün günlük bir fikir üzerinden iş ürettim ve seçkinci bir tavra girmeden yani işi elemeden gösterdim. Böylece sanatçının kafasında soylulaştırarak ortaya iş koyma refleksinden kurtulup, kendiliğindenlik ilkesi ile üretim önerisini ön plana çıkarttım denebilir. Bu süreçte çoğunluğu fotoğraf olmak üzere, bir kısım video ve enstalasyon fotoğrafları da yer almaktadır.
İşleriniz üzerine başka eleştirmenlerden çok kendi metinlerinize rastlıyoruz. Ayrıca başka sanatçıların çalışmaları üzerine yazılarınız da bulunmakta. Bu yaklaşımınızı nasıl değerlendirmeliyiz?
Kendi sürecimin başından bugüne, sergi ve üretim süreçlerimin manifestosunu kendim oluşturduğum için bu alanda başka kişilerden pek beklentim olmadı. Ayrıca yakinen tanıdığım ve üretim sürecini gözlemlediğim bazı sanatçı dostlarıma da bu yönde katkı sağladım diyebiliriz. İnisiyatif sürecinde bu görev genellikle bana kalmaktaydı. Sanırım bu anlamda bir boşluk olduğunu düşünmediğim içim başkalarından böyle beklentilere girmiyorum. Bu sürecin kendiliğinden ilerlemesi ve doğası gereği bunun ilerleyen dönemlerde oluşacağı hissiyatındayım. Elbette ki profesyonel sanat eleştirmenleri tarafında değerlendirme yazıları olması benim içinde önemli bir durum. Bunun doğal mecrasında bir yörüngeye oturacağı inancındayım.
Ankara’da yaşıyor ve üretiyorsunuz. Kentin sanat ve kültür ortamı ile ilgili düşünceleriniz nedir?
Eğitim sürecim ve sanat faaliyetlerim süresince Ankara’da yaşadım. Bu anlamda kentin kültürel mirası, sanat üretme geleneği ve sakin kalabilme refleksini önemsemekteyim. Belli oranda akademik geleneğin ekseninden çıkabilmiş bir sanat ortamı var diyebiliriz. Kamusal alan ve kentin kendi mecrasında bağımsız sanat pratikleri oluşturma azmini görebiliyoruz. Buna on yıllık inisiyatif geleneğimizin ve sonraki dönemlerde kişisel küratöryal projelerimin de katkılarımın olduğunu söyleyebiliriz. Gelinen noktada söz hakkını kullanan birçok inisiyatifin olduğu, güncel sanatın son seviyede ele alınabildiği, alternatif mekanların kurgulanabildiği ve kendine çekim alanı oluşturabilen bir kent ortamından bahsedebiliriz. Tabi ki diğer taraftan da birkaç önemli galerinin öncülüğünde, piyasası belli oranda işleyebilen bir durum da söz konusu. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde, “geleneği olan, ama geleceğini büyütmesi gereken” bir kent tasvirim var.
Günümüz güncel sanat ortamına genel olarak bakışınız?
Ülkemiz açısından ele aldığımızda, dünya ile eşgüdümlü bir algıdan bahsedebiliriz. Bianellerin düzenlendiği, uluslararası sanat fuarlarının yapıldığı, global ölçekte sanatçılarımızın olduğu bir dönem yaşıyoruz. Bu anlamda zaten sanat ortamı ve piyasası her olanağı kendine eklemleme refleksi taşıyor. Ülke olarak bizde bu noktada yeterince yol almış bulunmaktayız. Kendimi de kişisel olarak bu ağın bir parçası olarak görmekle birlikte, bu yönde daha fazla yol almanın gerekliliğini de düşünmekteyim.
Şevket Arık : 1973 yılında Kayseri’de doğdu. Lisans eğitimini Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitim Fakültesi Resim bölümünde 2002 yılında, Yüksek Lisans eğitimini Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim bölümünde 2006 yılında, Doktora eğitimini yine Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Resim-İş Eğitimi bölümünde 2012 yılında tamamladı. 2007-2017 yılları arasında “Yaygara Sanat İnisiyatifi” kurucularından biri olarak birçok ulusal ve uluslararası etkinlik gerçekleştirdi. 2014-2017 yılları arasında “Arte” sanat mekânı danışma kurulunda yer alarak, kâr amacı gütmeyen alternatif bir proje mekânı sergilerine katkı sağladı. Aynı zamanda küratör olarak da sergiler organize etmekte ve bazı kurumlar için sanat danışmanlığı yapmaktadır. Yurt içinde beş kişisel sergi gerçekleştirmiş ve çok sayıda karma etkinlikte yer almıştır. “Doğadan rol çalan insan”, “prematüre” kavramı, “insanlığın doğayla hesaplaşması”, “vahşi olanın karakteri”, “basit nesnenin kavramsal yüceltmesi” ve “estetize edilmiş yalın nesne” vb. konularda resimler yapmaktadır. Ayrıca sosyal medya üzerinden “Daily-art” konseptinde foto-performans ve video çalışmaları bulunmaktadır. Ankara’da yaşamını sürdüren sanatçı, güncel sanat alanında kente dinamik bir katkı sağlamak için projeler ve sergiler üretmeye devam etmektedir.
sule@suleozbahar.com