Serra Behar’ın ilk kişisel sergisi 23 Mayıs-20 Haziran tarihleri arasında Adahan İstanbul Otel’de olacak. Sanatçının çalışmalarının her biri, yaşamının belirli dönemlerine karşılık gelen durumların somut bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Serra’yı atölyesinde ziyaret ettim ve yeni sergisi hakkında konuştuk.
Öncelikle seni biraz tanıyabilir miyiz?
Mimar Sinan Üniversitesi Sahne Dekorları Kostüm ve Kukla Saim Bugay atölyesinde okudum ve mezun olduktan sonra uzun bir dönem piyasada Koç Müzesi, Bursa Müzesi gibi farklı yerlerde çalıştım. Sanat yönetmenliği, sahne, vitrin, dekor tasarım gibi işler yaptım. Klasik olarak böyle para kazanabileceğimi düşünüp bu mantıkla yürüdüğüm bir dönemdi. Fakat mutsuzluktan ölmek üzereydim. Özüme dönmeliyim diyerek Mimar Sinan Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmaya başladım. Yüksek lisansı her ne kadar aynı bölümde yapsam da Heykel Bölümü’nden birçok ders aldım. Şu ana kadar ki iştahımı kabartan ne varsa hepsini orada gerçekleştirdim. Demir atölyesi en büyük aşkımdı. Sonrasında Nottingham Trent Üniversitesi’ne burs kazanarak gittim. Deneysel tasarım okudum ve robotik, konsept ve kavramsal üzerine çalışan dramaturji derslerine girdim. Oradaki hocalarım neyi niye yaptığım konusunda beni çok doğru deştiler. Nasıl bir rota takip etmem gerektiğiyle ilgili ipuçlarını orada yakaladım.
İngiltere’de okuduğun sürede eserlerinin tohumları atıldı diyebilir miyiz?
İngiltere’ye gitmem aslında benim benle tanışmaya gitmem oldu. Sanata ve kendime bakma fırsatıydı bu. İlk kez bize sanatçı diyorlarmış dedim kendi kendime. Burada mevzun olup atölyelerin hepsinden geçersin, stajını yaparsın ancak özgüvenini kazanmaya başlarsın. Orada 19 yaşındaki çocukların bile kendilerine sanatçı dediklerini görünce güvenim geldi. İstanbul’a döndüğümde atölye açmaya karar verdim.
Serra Galata’da atölyesini açtıktan hemen sonra Nihan Çetinkaya ile tanışıyor. O dönemi ise şöyle anlatıyor: “Nihan bir sergi hazırlıyordu. Beni de davet etti. Uzun uzun konuştuk ve diyalog olarak neredeyse birbirimize aşık olduk. Fikirlerimiz birbirine çok yakındı. İlk karma sergim onun yaptığı “İyi Niyetin Arsızlığı” sergisiydi. Bu benim için önemli bir sergiydi çünkü sanatçı denilen insanların, hepimizin aynı tat ve sempatiklikte olabileceğini gördüm. Sanatçı olmak hiç de snop bir şey değildi. Hepimiz normal insanlardık.”
Arkasından hemen diğer karma sergiler geldi değil mi?
O süreçte yavaş yavaş üretmeye başlamıştım. Arkasından bir iki karma sergi daha geldi. Art Sümer’le Contemporary İstanbul’a katıldım. Sonrasında bir sene işlere ara verdim çünkü kendime bakmak istedim. Nerede duruyordum ben? Tamamen sanatla alakasız şeylerle uğraştım. Meditasyon yaptım, Hindistan’a gittim ve yoga hayatıma girdi. Bu benim için çok öncesinde başlamış bir süreçti aslında. Annem beni on beş sene önce elimden tutarak sokmuştu bu yola ve “Hayatımda yaptığım en büyük yatırım ruhuma yaptığım yatırım“ derdi, o zaman anlamazdım. Kendimle bağlantıya geçmem, kim ve ne olduğum ile ilgili hatları bağlamam için gerekliydi bu süre. Bu bir senelik süreçten sonra tekrar üretmeye başladım ve karma sergilere katıldım.
Kişisel sergi yapmaya nasıl karar verdin?
Çok değer verdiğim bir arkadaşımı kaybettim. O da sanatçıydı hatta aynı galerinin sanatçısıydık. Hayatta gözlerine baktığımda huzur bulduğum, hiç konuşmadan anlaşabildiğim nadir insanlardı benim için. Sergisinin planlarını yapıyorduk, iki gün sonra burada değildi. O zaman anladım ki orasıyla burası arasında sadece bir an var ve hiçbir şey birbirinden bağımsız gitmiyor. Bütün süreç birbiriyle konuşuyor. Nihanı aradım, “Yapıyoruz sergiyi” dedim. İsmi ne olacak dedi. Durdum hatırlamaya çalıştım. Adına karar vermiştim oysaki. Birdenbire ağlamaya başladım ve serginin adı o an aklıma geldi: “Hatırlamak”.
“Bilmediğim şey aslında belki de olmayacak olandır. O bilinmezliğe doğru yürüyüşün altında bir yolculuk ve geleceğe dair bir takım ipuçları var. Bunlar bana hatırlatılıyor ve geriye dönüp baktığımda tamam diyorum, işte o zaman anlıyorum.”
Neden ilk kişisel sergini bir galeride değil de Adahan İstanbul Otel’de yapmak istedin?
Sergiyi galeride yapmak istemiyordum. Nihan beni Adahan Otel’deki sarnıca götürdü ve görür görmez tamam burası dedim. Geriye dönüp baktığında anlıyorsun aslında tüm süreç benimle ilgiliymiş gibi görünen ama ben olmayan bütünden olan yani biz olan bir durum. Biz olmayı kabul ettiğinde o zaman hayat seninle konuşmaya başlıyor ve işaretleri gösteriyor. Adahan İstanbul Otel aslında Kamondo Ailesi’ninmiş. Ailenin trajik bir de hikayesi var. Bu Yahudi ve varlıklı aile eskiden burada yaşıyorlar ve çocukları 1. Dünya Savaş’ında uçak pilotu. Savaş sırasında oğulları ölünce mal varlıklarını bir vakıfa bırakıp ülkelerine geri dönüyorlar. 2. Dünya Savaşı’nda toplama kampında ise tüm aile öldürülüyor. Dolasıyla aile geriye hiçbir şey bırakmıyor. Bütünün iyiliği için bağışlanan ve doğruya hizmet eden şeyse kalıyor. Bir anda verdiğim bu kararın, serginin neden orada olduğunun bile bir anlamı var. Bu sergide Saim Bugay Atölyesinde yaptığım bir iş var. Adı Embriyo.2001 yılında o işi yaptığımda adı ‘Ait Olmak’tı. O dönem bana dayatılan şeyler; ‘sen şöylesin, sen böylesin’ söylemelerinin hiçbiri değildim ben. Bir yere de ait değildim. Bir kere ait oldum sadece, rahimdeyken. O da bir emanetti sadece.
Ait olmamayı bu sergiye taşıdın diyebilir miyiz?
Bu işler benim kendi sancılarımla oldu, bunlar herkesteki sancılar. Sergide İngiltere’de yaptığım tamamen kimliksizleşmeyi anlatan ‘Paradise Bird’ adlı bir işim var. Çünkü orada şunu anlamıştım; insanları etiketliyoruz. Cinsel tercihlerine, yaşlarına, inançlarına vb. göre… Bunu ben de yapıyormuşum. Tüm bu etiketleri kaldırdım ve hepsini bünyemden attım. Ve bu iş öyle çıktı…
Bundan sonraki planların ne?
Her iş kendi içerisinde bir süreci tamamlıyor. Bu sergi de benim için bir süreci tamamlayıp yeni bir sürece gebe. Bu olsun ki yeni şekil alsın. Bundan sonra ne olduğumla, kim olduğumla ilgili yolculuğum devam edecek. Üreteceğim. Üretmeden var olamadığımı artık biliyorum çünkü. Denedim olmadı. Üretmek tamamen kendimi tanımam için yapmam gereken şey. Bir yüzleşme. Ben böyleyim kabul ettim. Bundan sonrasını bekliyoruz. Kim bilir belki bambaşka bir şey olacak belki de yarın hiç olmayacak belli olmaz. Her ne olacaksa bütünün hayrına olsun.
Neyran GÜNÜÇER
neyran@mutlusonmedya.com