Ercan Kesal, Peri Gazozu ve Evvel Zaman’ın ardından üçüncü kitabı Nasipse Adayız ile okuyucularının karşısına çıktı. Kesal’ın novella türündeki yeni kitabı Nasipse Adayız’ı konuştuk.
Romandaki ana karakter Kemal Bey (Kemal Güner) bir doktor, aynı zamanda özel hastanesi var, siz de özel hastanesi olan bir doktorsunuz ve yıllar önce siyasette bir adaylığınız da söz konusu olmuş, bu karakter siz misiniz?
Madam Bovary yayımlandıktan sonra, ‘’Madam Bovary kim? ‘’ sorularından bunalan Gustave Flaubert’in verdiği cevabı biliyorsun: ‘’Madam Bovary benim!’’ Romandaki kadın karakterin dahi kendisi olabileceğini söyleyen erkek bir yazarın söylemeye çalıştığı şey şudur aslında: ‘’Bütün yazdıklarımız kendi deneyimlerimizin eseridir.’’ Ben de yaşadıklarımı, başımdan geçenleri, duyduğum, gördüğüm, okuduğum her şeyi yazdıklarım ve ilerde yazacaklarım için ilham kaynağı olarak görüyorum. Sadece başınızdan geçenleri anlatmaya kalkarsanız, anı kitabı yazmış olursunuz. Ne Peri Gazozu, ne de Nasipse Adayız anı kitabı değildir.
Roman kahramanı Kemal, aday adayı olduğunu öğrendiğinde oldukça şaşırıyor ve kimlik değişimi sürecine giriyor…
Büyük kararlar için büyük değişimlere gerek yoktur. Bazen küçük bir detay, çok radikal kararlar almanızın görünmeyen ama gerçek sebebi olabilir. Üstelik her insanın içinde, bitmek tükenmek bilmeyen bir hükmetme isteği ve iktidar hırsı yattığını da hesaba katarsak, kahramanımız da bu fitili ateşleyecek bir kıvılcım bekliyormuş demek ki. Tabii burada asıl şaşırtıcı olan, böyle bir yolculuğa çıkmasından daha çok, yolculuğun onun kendisinin bile tanımadığı gerçek kimliğiyle tanışmasına vesile olmasıdır.
Doktor Kemal’in kitabın sonuna kadar sömürüldüğü görüyoruz. O’da farkında ama adaylığından vazgeçmiyor, neden?
Üstesinden gelebileceğini zannediyor. Kendine fazlasıyla güveniyor. ‘’Madem oyunun kuralları bu, ben onlardan da iyi oynarım bu oyunu’’ düşüncesi sonunu hazırlıyor. Siyasetin eski kurtları, politika madrabazları, yılların tecrübe ve donanımıyla, böyle hariçten gelerek her 4-5 yılda bir para, emek ve inançlarını ortalığa döken bu acemi aktörlere yerlerini kolayca bırakmayacak kadar acımasızdırlar. Buna rağmen, çabasını sürdüren Kemal Güner için artık bu yola çıktıktan sonra geriye dönmek, ileriye gitmekten daha zor ve acı vericidir. Geriye dönmek ve vazgeçmek, yüzleşmek ve kendinle hesaplaşmak demektir. Kolay bir iş değildir. Koşmak, kendini bekleyen mutlak sona razı olmaktır ve daha kolaydır.
Kitapta trajı komik sahnelerin yanı sıra karakterin içinden geçen konuşmaları da duyuyoruz, Bu heyecanlı süreci okuyucunun da aday adayı ile birlikte yaşadığını söyleyebilir miyiz?
İç konuşmalar en samimi hallerdir. Adı üstünde, ‘içine konuşuyorsun!’ Muhatabın kendinsin. Kendi sesini senden başka duyan yok. İşte, tam da bu konuşmaları okuyucumla paylaşarak onu da bu sohbete ortak etmek istedim. Samimiyetten daha güçlü bir silah olmadığını biliyorum çünkü. Kendiyle dalga geçebilen bir roman kahramanı da daha baştan okuruyla yalansız dolansız bir ilişki kurabilir, onunla sahici bir yolculuğa çıkabilirdi; ben de onu yapmaya çalıştım…
Türkiye’de ki siyasete de bir gönderme yapıyorsunuz. Siyaseti şeffaf olarak aktardığınızı görüyoruz..
Kitap, politik bir hiciv. Bir aday adayının tirajı komik hikayesi. Konu olarak ön planda, parti içi demokrasinin olmadığı, siyasetin çıkar ve menfaat ilişkileri üzerinden yürütüldüğü bir panorama sunulsa da, asıl derdim; Dr. Kemal’in yaşadıkları üzerinden insan denen canlının hali pür melalini anlatmaktı.
Siz Türkiye’deki siyasete nasıl bakıyorsunuz?
2000’li yılların Türkiye’si bir kaç cümleyle şöyle tarif edilebilir; altı yüz elli yıllık bir imparatorluktan kalan bir avuç toprak. Bu topraklardan yeni bir yurt ve yeni bir ulus yaratmaya çalışan bir kadronun tüm iyi niyetleriyle birlikte önlerine koydukları sorunlu yol haritası. Kuruluş yıllarında denenen ve başarısızlıkla sonuçlanan çok partili demokrasi çalışmaları. 1946 yılıyla başlanan nispeten daha demokratik bir parlamenter sistem. Ama günümüze kadar gelen ve yapısal, temel bir sorun olarak hala yakıcılığını sürdüren siyasi partiler yasası ve parti içi demokrasi meselesi. Bunun sonunda, siyaseten çürümüşlüğün esasında toplumsal çürümüşlüğün bir tezahürü olduğu gerçeği. Siyasete bakışım budur.
Bu hikaye senaryoya dönüşür mü?
Dönüşmeye başladı bile!
Gülistan Ertik / gulistan@kultursanatharitasi.com