İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 16. kez düzenlenen sonbaharın müjdecisi, sinemaseverlerin Ekim ayı gözdesi Filmekimi bu yıl da İstanbul’un yanı sıra Türkiye’nin farklı şehirlerindeki gösterimlerini sürdürüyor.
Filmekimi, her yıl olduğu gibi, saygın festivallerde gösterilmiş, ödüller almış, eleştirmenlerin ve izleyicilerin ilgisini çekmiş ve merakla beklenen yeni yapımları içeren zengin programıyla Ekim ayının en çok konuşulan sinema etkinliği olacak. Filmekimi, 29 Eylül-08 Ekim tarihlerinde İstanbul’da, Ekim ayı boyunca da İstanbul dışında gösterimlerine devam edecek.
İstanbul dışı gösterimlerine 2011’de başlayan Filmekimi, bu yıl da Türkiye’nin farklı kentlerindeki sinemaseverlere yılın en iyi ve en güncel filmlerini sunmaya devam edecek. İstanbul’un ardından bu yıl 27-29 Ekim tarihlerinde ilk kez Bodrum’a da uğrayacak olan Filmekimi gösterimleri 6-8 Ekim’de Edirne, 13-15 Ekim’de Eskişehir, 13-17 Ekim’de Ankara, 20-22 Ekim’de Diyarbakır ve 20-24 Ekim’de İzmir olmak üzere 7 farklı şehirde gerçekleştirilecek.
Filmekimi’nin bu yıl bir de sürprizi var. Günümüz Fransız sinemasının en büyük dehalarından Bruno Dumont’un Fransa tarihinin en önemli kahramanlarından Jeanne d’Arc’ın çocukluk ve gençlik dönemini müzikal formunda anlattığı filmi Jeanette’in programda yer almasının yanı sıra, filmin müziklerini yapan, Fransız breakcore dehası, prodüktör Gautier Serre’in ne müzikal ne mental sınır tanıyan projesi Igorrr da Filmekimi işbirliğiyle 2 Ekim’de ilk defa İstanbul’da Salon’da bir konser gerçekleştirecek.
Filmekimi programından seçmeler
Altın Palmiyeli The Square
Bir önceki filmi Force Majeure / Turist ile aile kurumunu eleştiren Ruben Östlund, Altın Palmiyeli yeni filmi The Square ile bu kez sanat dünyasını tiye alıyor. Müzeler ve sergi alanlarının steril ortamını mekân alan The Square stilize görselliği, sivri yaklaşımı ve kavramsal sanatı ele alışıyla hem çok çarpıcı, hem de gerilimli.
Safdie kardeşlerin son filmi Good Time
Robert Pattinson’ın müthiş performansıyla dikkat çeken Good Time, Cannes’da Altın Palmiye için yarıştı. Josh ve Benny Safdie kardeşlerin yönettiği, Benny Safdie’nin Robert Pattinson’la birlikte rol aldığı Good Time, hapisteki kardeşini kurtarmak için her yolu deneyen bir adamın çabalarını bitmek bilmeyen bir gece boyunca izliyor.
“Artist”in yönetmeninin gözünden Jean-Luc Godard: Le Redoutable
Michel Hazanavicius’un yönettiği filmde Godard’ın gençliğini Louis Garrel canlandırıyor. Efsane yönetmen Jean-Luc Godard’ın eşi ve yıldızı Anne Wiazemsky ile beraberliğini anlatan renkli ve romantik dramın başrollerinde Stacy Martin ve Louis Garrel’le birlikte Artist filminin yıldızı Bérénice Béjo da rol alıyor.
1970’lerde Morrissey: England Is Mine
1970’lerde Manchester’daki ilk gençliğinden The Smiths’i kurduğu günlere Morrissey’in portresi, Mark Gill’in yönettiği England Is Mine‘da anlatılıyor.
Filmekimi’nde “Mutlu Son”
Michael Haneke’nin Cannes’da yarışan son filmi Happy End, gitgide duyarsızlaşan toplumumuzu, burjuva bir aile ve sosyal medya üzerinden anlatıyor. Filmin başrollerini Haneke’nin fetiş oyuncularından Isabelle Huppert, Jean Louis Trintignant ve yönetmenliğiyle de tanıdığımız Mathieu Kassovitz paylaşıyor.
Lynne Ramsey ve You Were Never Really Here
Lynne Ramsey’nin Kevin Hakkında Konuşmalıyız’dan 6 yıl sonra çektiği You Were Never Really Here, Jonathan Ames’in öyküsünden beyazperdeye uyarlandı. Film, Cannes’da Lynne Ramsey’ye En İyi Senaryo ödülünü getirirken, Taxi Driver’daki Travis kadar unutulmaz bir anti-kahraman portresi çizen Joaquin Phoenix de En İyi Erkek Oyuncu ödülünü hakkıyla aldı.
Cannes’ın Jüri Büyük Ödülü’nü eve götüren 120 BPM
Robin Campillo’nun senaryosunu yazdığı, yönettiği ve kurgusunu üstlendiği 120 Battements Par Minute / 120 BPM, Cannes’da dört ödül birden kazandı. Film, 1990’ların başında, AIDS’in hiç durmadan can aldığı umutsuz günlerde, toplumdaki umursamazlığa, tahammülsüzlüğe ve ayrımcılığa karşı eylemlerini yükselten Act Up Paris örgütünü ve eylemcilerini merkez altına alıyor.
Yorgos Lanthimos’un yeni filmi The Killing of A Sacred Deer
Köpekdişi ve The Lobster ile aklımızı alan Yorgos Lanthimos, suçluluk, vicdan ve öç alma kavramlarını tavizsiz bir sertlikle ele aldığı son filmi The Killing of A Sacred Deer ile seyirciyi yine garip bir oyuna davet ediyor. Film, Cannes’da En İyi Senaryo ödülünü aldı.
Jüri Ödülü’nün sahibi Loveless
Cannes’da Jüri Ödülü kazanan Loveless boşanma arifesinde çocuklarını gözden çıkaran çiftin hikâyesini anlatıyor.
Fatih Akın’ın yeni filmi In the Fade
Cannes’da Diane Kruger’e En İyi Kadın Oyuncu ödülü kazandıran ve Almanya’nın bu yıl “Yabancı Dilde En İyi Film” kategorisinde Oscar aday adayı olarak gösterdiği In The Fade bir intikam ve vicdan hikâyesi. Filmin kahramanı, kocasını Hamburg’da terörist bir patlamada kaybeden, hakkını önce mahkemede, sonra da yollarda arayan Katja.
Efsane heykeltıraşın hikâyesi Rodin
Jacques Doillon’un yönettiği filmde Rodin’i İnsanın Değeri ile tanıdığımız Vincent Lindon, muhteşem bir performansla canlandırıyor; Camille Claudel’i ise Fransız rock yıldızı Izïa Higelin oynuyor.
Sofia Coppola’dan The Beguiled
Colin Farrell, Kirsten Dunst, Nicole Kidman ve Elle Fanning’in başrollerini paylaştığı bu film, Cannes’da Sofia Coppola’ya En İyi Yönetmen ödülünü kazandırdı. Amerika İç Savaşı sırasında bir yatılı kızlar okulunda geçen gerilim, 1971 tarihli Don Siegel’ın yönettiği, Clint Eastwood’un başrolünde yer aldığı filmin yeniden çevrimi.
Hong Sang-soo yine ilişkileri inceliyor: The Day After
Hong Sang-soo, siyah-beyaz çektiği filminde bu kez karısını genç bir kadınla aldatan ve içten içe bunun acısını yaşayan bir adamın başka bir genç kadınla tanışma hikâyesini anlatıyor.
Dostoyevski’ye bir gönderme A Gentle Creature
Belgeselciliğiyle de nam yapan Ukraynalı usta yönetmen Sergey Loznitsa, müthiş bir sanat ve görüntü yönetimiyle, yozlaşmış, umudunu ve insanlığını yitirmiş bir doğu Avrupa ülkesinin kâbusunda dolanıyor.
Doğaüstü güçlere sahip bir mülteci ile yoz bir doktorun hikâyesi: Jupiter’s Moon
Köpeklerin isyanını nefes kesici Beyaz Tanrı’da sinemaya aktaran Macar yönetmen Kornél Mundruczó, göçmen hikâyelerine yeni bir çerçeve kazandırıyor ve doğaüstü güçlere sahip bir mülteci ile yoz bir doktorun hikâyesini anlatıyor.
Fransa’nın efsaneleri Jeannette – The Childhood of Joan of Arc Filmekimi’nde
Günümüz Fransız sinemasının en büyük dehalarından Bruno Dumont, kendinden başka hiçbir yönetmenin eline yakışmayacak tuhaf mı tuhaf bir müzikalle geri dönüyor. Filmin müziklerini yapan, Fransız breakcore dehası Igorrr da Filmekimi işbirliğiyle 02 Ekim’de ilk defa İstanbul’da Salon’da sürpriz bir konser gerçekleştirecek.
http://filmekimi.iksv.org/