”…Sanat; üzerine düşünülmesi gereken entelektüel bir alandır…” Fırat Engin
Söyleşi: Şule Özbahar / sule@suleozbahar.com
1982’de Ankara’da doğdu. 2004 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünde lisans eğitimini tamamladı. 2007 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Heykel Ana Sanat dalında Yüksek Lisans Programını bitirdi. Sanatta Yeterlik Erasmus Programı kapsamında 2008 – 2009 eğitim döneminde Fransa’da Ecole Nationale Superieure d’Art de Bourges’da çalışmalarını sürdürdü. İstanbul, Cenova, Kahire, New York, Bourges, İskenderiye, Mardin ve Ankara dahil olmak üzere pek çok kentte ulusal ve uluslararası proje ve sergide yer aldı. Bugüne kadar yurt içi ve yurt dışı toplam 10 kişisel sergi gerçekleştirdi. 2007 yılından bu yana ulusal ve uluslararası pek çok uygulamalı Heykel Sempozyumunda yer aldı. 2010 yılında Kitschen Güncel Sanat İnisiyatifinin kurucularından olan Fırat Engin’in biri Hacettepe Üniversitesi Senatosu tarafından verilen Sanatta Teşvik ödülü olmak üzere 2 adet ödülü bulunmaktadır. Çok sayıda kurum, kuruluş ve özel koleksiyonda eserleri yer almaktadır. 2012 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Heykel Ana Sanat dalı Sanatta Yeterlik Programını tamamlayan Fırat Engin şu an Hitit Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Resim Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi olarak çalışmaktadır.
Güzel Sanatlar Eğitimi almaya nasıl karar verdiniz? Akademik eğitiminiz hakkında kısaca bilgi verir misiniz?
Lisedeki eğitim sistemi ile yıldızım bir türlü barışmadı, başarılı bir öğrenci değildim. Ailemden dolayı sanat ortamının içinde büyüdüm. Annem Devlet Tiyatrosu’nda çalışıyordu, babam da yine aynı kurumda tiyatro oyuncusuydu. Ağabeyim ise, benden üç yıl önce Gazi Üniversitesi Mesleki Eğitim Fakültesi Grafik Bölümünü kazanmış ve okuyordu. Bu ortamda ben de Güzel Sanatlarda şansımı denemeye karar verdim. Lisans, yüksek lisans ve sanatta yeterlik eğitimlerimin tümünü içeren uzun bir akademik eğitim sürecini (yaklaşık 12 yıl) Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünde tamamladım. Alanın teorik ve pratik tüm bilgisini aldığım eğitim sürecinde kendi sanatçı kişiliğimi oluşturmaya çalıştım.
Genç yaşta Akademik eğitim vermeye başladınız. Aynı zamanda aktif olarak sanat ortamının da içindesiniz. Bu iki profili bir arada nasıl sürdürüyorsunuz?
Heykel Bölümünde lisans eğitimimi tamamladıktan sonra aynı kurumda yüksek lisans eğitimine başladım; yaklaşık 4 ay sonra da aynı bölümde Araştırma Görevlisi oldum. O zaman henüz 22 yaşındaydım. Şu anda Hitit Üniversitesi Güzel Sanatlar, Tasarım ve Mimarlık Fakültesi Resim Bölümünde Dr. Öğretim Üyesi kadrosunda akademisyenim. Türkiye’de mevcut akademik koşullar zaman zaman bağlayıcı zorluklar doğurabiliyor. Ayrıca kendi iç işleyişine özgü çok yoğun idari iş yükleri var. Zamanınızı alan bu idari yükler ve bağlayıcı etkenler özgürlüğünüzü bir noktada törpülüyor. Türkiye’de Güzel Sanatlarda çalışan akademisyenler, geçim sıkıntısı ve sanatçı olarak yaratma derdinin yarattığı zorlukları yaşıyorlar. Böylece, akademisyenliği bir mecburiyet ve güvenli bir liman görüyorlar ki haksız da değiller. Aslında usta – çırak ilişkisinden gelen bir geleneğin devamı olan sanatçılık ile günümüzün akademisyen – sanatçı profillerinin birbirini tamamlaması gerekirken, mevcut akademik ortamımızda sanatçı profili ötelendiği için, akademik ortamın kalitesi de düşüyor; üretmeyen, sanatçılığa inanmayan ve kendini sanatçı görmeyen sanat eğitimcileri ortaya çıkıyor. Tabii bu sorun daha çok, YÖK ve üniversitelerin Güzel Sanatların kendi doğasına özgü, alanın yapısına yönelik işleyişleri geliştirememiş olmasıyla ilgili. Halbuki yurt dışında sanatçı- akademisyen diye bir profil var: Hem hocalık yapabiliyor, hem de sanatçı olarak özgürlükleriniz oluyor. Ders yükleriniz, idari sorumluluklarınız bu gerçek göz önüne alınarak düzenleniyor. Türkiye’de ise hem akademisyen hem de sanatçı profilinizi çok büyük fedakârlıklar yaparak, özveride bulunarak, tatillerinizden, gecelerinizden, hafta sonlarınızdan çalarak, hep sıkıştırarak yapmak zorunda kalıyorsunuz. Ben Türkiye’de hem akademik olan hem de sanat ortamında kariyerini oluşturabilen herkese kahraman gözüyle bakıyorum.
İşlerinizde kavramsal çalışmalar ağırlıklı. Tercih etme nedenleriniz? Fransa’da bir yıl almış olduğunuz eğitimin bir katkısı var mı?
Öncelikle lisans eğitimimin büyük etkisi var; Hacettepe Üniversitesi Heykel Bölümü alanın geleneksel yapısını bize aşılarken aynı zamanda, iyi niyetli ve anlamaya dönük bir Çağdaş Sanat vizyonunun da kapısını araladı. Fakat Erasmus öğrenci değişim programı kapsamında gittiğim Fransa, ENSA Bourges’da Çağdaş Sanat alanına özgü gerek fiziksel atölye koşulları, gerekse de müfredatın doğrudan Çağdaş Sanatın eklektik, çoğulcu ve ilişkisel özelliklerini kapsaması, benim için çığır açıcıydı. Ama öncesinde şunu da söylemek isterim; 2003 yılında gezme fırsatı bulduğum 8. İstanbul Bienali, sizin dediğiniz “kavramsal sanat” ama benim daha çok kullanmak istediğim “Çağdaş Sanat” ile olan ilgimin yoğunlaşmasının başlangıcıydı.
Alışılmışın dışında malzemeleri kullandığınız görülüyor, bunları tercih etme nedenleriniz?
Çalışmalarımda her türden malzemeyi repertuarıma dahil edebiliyorum. Neon, Video, Ses, Hazır Nesne, Taş, Ahşap, Polyester, Metal ve daha birçok malzeme. Bu malzeme tercihlerimi ise, çalıştığım kavramlar etrafında düşünürken belirliyorum. Fikrimi, projemi anlatabilecek, çalışmanın içerisinde temsili ve sembolik anlamıyla da fikre katılabilecek nesneyi seçip, o malzemeyi kullanıyorum.
Ülkemizin önemli küratörleri ile iş birliği yaptığınız projeler var (Örneğin; Marcus Graf, Beral Madra, Hasan Bülent Kahraman gibi) bu durumun işlerinize yansımaları nelerdir?
Ben atölyesinde belli bir üslup üzerinden sürekli üreten ve stoklayan bir sanatçı modeli değilim. Daha çok proje odaklı çalışmayı benimsiyorum. Bu anlamda, küratörlerle iş birliği yapmayı önemsiyorum. Çünkü küratörler, belli tematik projelere sizi davet ediyor, onun açmış olduğu perspektiften bir okuma yapmaya ve düşünmeye davet ediyor. Daha önce hiç düşünmediğiniz sürprizli işlerin çıkmasına, üretme olanaklarınızı genişletmeye ve hep kendinizin de öngöremediği taze heyecan barındıran “genç iş” üretmenize olanak sağlıyor. Örneğin Beral Madra, 2015 yılında KUAD Galeri’de DADA’nın 100.yılına özel özel kurguladığı “DADA: Mutfak bıçağıyla kes!” sergisine beni davet etmeseydi, “POF” isimli çalışmayı gerçekleştirmemiş olacaktım ve bu çalışma, benim ilk kolaj denememdi. Ya da Marcus Graf 2014 yılında Contemporary İstanbul kapsamında düzenlenen “CI Editions” sergisine beni davet etmeseydi, ilk çoğaltma edisyon işlerimi ve krom tekniğini denememiş olacaktım. Yine 2016 yılında Akbank Sanat’ta düzenlenen “Sanat Rastlantısı, Rastlantının Sanatı” sergisine Hasan Bülent Kahraman beni davet etmemiş olsaydı, “Sanatın Sultanları” isimli çalışmayı yapamayacaktım. Tüm bu verilen örnekler, küratörlerin araladığı tematik pencere üzerine düşünceler ile ortaya çıktı.
Çalışmalarınızda genel olarak toplumsal konuları ele alıyorsunuz, burayı biraz açar mısınız? Toplumun işlerinize tepkisi nelerdir?
Türkiye’de yaşayan bir sanatçı olarak, sanat üretip, toplumsal ve siyasal olaylara kayıtsız kalamazsınız. Çünkü Türkiye’deki yapı isteseniz de istemeseniz de sizi toplumsal olaylar üzerine düşündürtüyor. Sağduyulu sanatçıların bu konulara kayıtsız kalması mümkün değil. Ben de işlerimde güncel siyasi konuları, toplumsal problemleri konu ediniyorum. Bunların algılanması, üzerine düşünülmesi ve farkındalık yaratması benim için çok olumlu ama Türkiye’de sanat izleyicisi de ne yazık ki ezber fikirler ve doğrular üzerinden sanatı algılıyor, klasik estetik kurallar ve beğeniler üzerinden “güzeli” arıyorlar. Sanat; üzerine düşünülmesi gereken entelektüel bir alandır. Çağdaş Sanat muhalif, eleştirel ve protest özellikleri içinde barındırıyor. İzleyicinin tutucu ve ezber alışkanlıklarını değiştirmesi ve bir görsel sanat yapıtına entelektüel bir bilinçle yaklaşması gerekiyor. Bu türden bir izleyici kitlesi hala yeterince oluşmadı Türkiye’de.
Türkiye’de Çağdaş Sanat hakkındaki fikirleriniz?
90’lı yıllarda Çağdaş Sanat adına İstanbul’da öncü işler yapıldı. Bunu 2000’lerin başında yapılan yeni eğilimleri kapsayan sergiler ve etkinlikler izledi. 2010 yılından itibaren ise, müzelerin, galerilerin, bağımsız mekânların, sanat inisiyatiflerinin çoğaldığı ve çağdaş sanat piyasasının oluşmaya başladığını görüyoruz. Ben tüm olumsuzluklara karşın durumu bardağın dolu tarafını görerek izliyor ve bebek adımları ile de olsa, Çağdaş Sanatın Türkiye’de geliştiğini görüyorum. Ama 80 milyonluk bir ülke, 16 milyonluk bir İstanbul’da, G20 üyesi bir ülkede gelinen nokta yeterli değil; çok daha yüksek bir potansiyele sahip olan Türkiye’de önce toplumsal hayatta çağdaş reformları uygulamamız, demokrasimizi geliştirmemiz gerekiyor. Çünkü Çağdaş Sanat üretiminin desteklenmesi ve gelişmesi ülkedeki demokratik kalkınma düzeyiyle doğrudan ilgili.
Künyeler:
1.
name: Untitled
material: Metal
size: 360cm. (h) x 355cm. x 85cm.
date: 2013
2.
name: a Fading Flower
material: Neon
size: variable
date: 2019
3.
name: Language Frequencies
material: Neon, Frame, Wood, Dekota
size: 140cm x 110cm
date: 2019
4.
name: Memory Frequencies
material: Neon, Frame, Wood, Dekota
size: 130cm x 140cm
date: 2019
5.
name: Breath III
material: Found Slum Window, Metal, Chrome Paint, Varnish
size: 148cm x 158cm
date: 2017
6.
name: Generation
material: 960 eggs, OSB
size: 244cm x 120cm
date: 2017
7.
name: How long can we carry this load?
material: Video, Stone, Metal
size: Variable
date: 2017
8.
name: The Revolution will not be televised, it will be tweeted
material: Neon, found frame
size: 130cm x 160cm x 15cm
date: 2018
9.
name: The Last Few Years
material: Neon, Aluminum, Digital Print, electro static paint
size: 70cm x 100cm
date: 2018
10.
name: Flush Royal
material: Metal, Electro Static Paint
size: 115cm x 115cm x 5,7 cm
date: 2017