Finans uzmanı ve kişisel gelişim danışmanı Oğuz Tokgöz, kariyeri boyunca danışanlarından edindiği tecrübe ve birikimini “O” isimli ilk kitabına aktardı. “O”, kadın-erkek ilişkilerinden; kadınlar ve erkeklerin kapalı dünyalarına göz deliğinden bakarak, kendileri hakkında bir kez daha düşünmeye davet ediyor.
“O” isimli kitabınızda kişisel gelişim uzmanı ve danışanının diyaloglarını okuyoruz. Danışanlarınızdan edindiğiniz tecrübelerinizi okuyucuya aktardığınız kitapta neden karşılıklı konuşma – anlatım yöntemini seçtiniz?
Hepimiz bu zamana kadar pek çok öğretiyi farklı biçimlerde sunan, oldukça fazla kitap okumuşuzdur. “O”, bu zamana kadar okuduklarımızı, hayatımıza nasıl uygulayacağımızı çarpıcı bir şekilde anlatıyor. Ben okuduklarımızı “hayatımıza uygulamanın” en güzel yolunun karşılıklı sohbetler olduğuna inanıyorum. Ayrıca karşılıklı sohbetler, kendimizi gizlemeyi seçmediğimiz zamanlarda bize büyük faydalar sağlıyor…
Mesela, ben artık; “seni seviyorum” demeden “aşkı yapalım” diyorum. Karşımdaki kişi aynı konuşmalarla tatmin olmaya alıştığından; “seni seviyorum” sözünden vazgeçmek istemiyor. O zaman “Aşkı yapmayı biliyor musun?” diye soruyorum. Bunun karşılığında da yaşanmışlıklarının bu eyleme izin vermediğini, bunu yapmayı seçenleri de yadırgadığını farkediyor. Hatta çoğu zaman bazı sürprizlere kızdığını, bazılarından ise utandığını görüyor. Bu yeni sorularla birlikte kişinin kendini tanıması hızlanıyor.
İnsanlar bir araya gelince üç şeyden konuşurlar demişsiniz; son okudukları, son yazdıkları ve devamlı takıldıkları…
Bu benim yıllar içinde fark ettiğim bir konu. “Gerçekten kendimiz” olan insan haline gelmemiz için, karşımıza çıkan şeyleri fark etmeliyiz. Neden o kitapla yolumuz kesişti? Neden durmadan aynı şeyleri yaşıyoruz? Bu ve benzeri sorular karşısında “hayat” bize bazı cevaplar verecektir. Peki, biz bu cevapları nasıl anlamalıyız?
Öncelikle biz hayatımız için durmadan bir şeyler istediğimizi kabul etmeliyiz. Yeni bir iş isteriz. Bu istediğimiz şey sonrası hayat bize bir kitap gönderir. Kitapta mücadeleci, kendini durmadan geliştiren biri vardır. Bu, bize istediğimiz yeni iş için, daha fazla konuda ustalaşmamız adına çeşitli seminerler almamız gerektiğini söyler. Belki de sevdiğimiz biri bizi kızdırır. Alırız cep telefonumuzu, başlarız zehir zemberek satırları yazmaya. Mesela bu kez, öfkeyi yaşamak yerine o an durup, kendimiz ile yüzleşmemiz gerekenlerin ne olduğunu bulmaya zaman ayırabiliriz. Böylece hayatımızda durmaksızın tekrar eden; işimizin getirdiği paranın, işle birlikte ara ara ortadan kaybolma nedenini artık sorgulama kararı alabiliriz. Bu sorgulama sonunda ise paramız olmadığı zamanlarda; “param olunca yaparım” diye ertelediklerimizi -kendimizi geliştirecek eğitimler almayı ya da bizi mutlu edecek hobilere zaman ayırmayı-, bu sefer işler yoluna girince yapmayı seçebiliriz.
Artık bu üç şeyi konuşmak yerine, bu konuları dönüştürüp, geliştirip ve dahası eğlenceli bir sohbet konusu yapabiliriz. “Ama dönüşümleri sizce tamamlanınca”. Fakat önceden yaptığımız paylaşımlarda da bahsettiğim gibi; insanların bakış açıları çoğu zaman bizi olumsuz etkilediğinden dolayı, bizdeki dönüşüm yarım kalır.
Ben, bizim olan bir hayatı yaşayabilmemiz için; konuştuklarımızın neler olduğunun farkına varmamızın, önemli bir adım olduğunu söylüyorum.
Kitapta, son dönemde insanların ustaca yaptığı şeylerden birinin ‘’bitirmek’’ olduğunu anlatan; “İnsanlar ilişkilerine bitirmek için başlıyorlar” sözünü bize açıklar mısınız?
Bu konu, zihnimize çocuk yaşlarımızdan beri kaydettiğimiz, gerçekliğin kuralları ile ilgili aslında. Bizi artık bir ilişki heyecanlandırmıyor. Heyecanlandırsa da kısa sürüyor. Bu başkalarına ait kurallardan oluşan ilişkiyi artık yaşamak istemiyoruz. Bu yüzden, farklı bir bakış açısı yaratacak şu sözü sizden düşünmenizi istiyorum; “öyle bir aşk yaşayalım ki, kimseninkine benzemesin”. Evet düşünün; ilişkinizi kimse bilmiyor. Sosyal çevreniz ile tanıştırmıyorsunuz. Çocukken yaşadığınız kadar saf ve eğlenceli bir şey bu seferki… Bu defa kendinizi ona uzun yıllar içinde anlatmayı seçiyorsunuz. Yeri geldikçe tabi. Terk edilmek veya aldanmak gibi travmalarınızdan isim vermeden gülerek bahsetmeyi seçiyorsunuz. Sohbetlerinizdeki konuşmaların, hayallerin yanına bunların bir kısmına artık emek vererek yapmayı seçiyorsunuz. Hedefiniz “bitirmek” değil yan yana yürümek oluyor. Böylece artık ona özen gösterdiğiniz gibi, hayata şöyle bir söz veriyorsunuz: “Aşk, birlikte olduğum bu ana aittir. O yanımda yokken bu duyguyu kullanarak, yaşamımın diğer taraflarını da beni mutlu edecek şekle dönüştürmeyi seçiyorum”. Değişik bir fikir biliyorum ama mutluluk garantisi var…
Bakış açıları esnek olmayan insanların karşılarından gelecek davranış biçimlerine kapalı olmaları nedeni ile -durmadan o olaylara kızdıkları için- boyunlarının tutulduğunu, saçı beyaz olanların hayatın renklerine direnç gösterdiklerini, şeker hastalarının hayattan tat almayı reddettiklerini, yakın gözlüğü takan insanların yakın gelecek ile uzak gözlüğü takanların ise uzak gelecekle ilgili kaygıları olduğunu söylüyorsunuz. Bizimle zaman içinde oluşan dirençlerimiz, bizde çeşitli hastalıklara mı yol açıyor?
Aslında, bunlar çok eski ve kadim bilgiler. Ben bunları çeşitli kaynaklardan okudum. Zamanla insanlarla konuşurken, yaşamlarına dair şikayetlerini bana anlattıklarında ise doğru olduklarını fark ettim. Sağlık benim uzmanlık alanım değil. Çakralara ait enerji dengelemeleri yapan bir terapist de değilim ama vücudumuzun bizim ile iletişim kurma yönteminin, bunlar olduğuna inanıyorum. Bir karın bölgesi ağrım olduğunda, soruyorum; kısa bir zaman önce yaşadığım hangi olayı hazmedemedim? Bir seferinde iki arkadaşım kaza geçirmişti. Bir tanesi tek bir sıyrık bile almadan kurtulduğunda onun, hayatın her alanında huzurlu, öfkesinden arındırılmış bir insan olduğunun farkına vardım. Diğerini boyunlukla görünce sinirli ve ikna olmayan yapısını fark ettim. Alfa dediğimiz huzur frekansı içinde yaşamamızın sorunları azalttığını söyleyebilirim. Bu yüzden yoga gibi terapileri öğrenip gün içinde uygulamanızı öneriyorum…
Kitapta özellikle vurgulanan “Ne istiyorum?” sorusu neden bu kadar önemli?
Aslında diğer konularda da değindiğimiz “kendimizi hatırlamamıza” dair ilk aşama; “ben gerçekten, kendim olarak nasıl biriyim, nasıl bir hayat istiyorum?” sorularına verdiğimiz cevaplar oluyor. Bir davranışı otomatik olarak yaparken duruyor ve kendimize bu davranışı yapmayı gerçekten isteyip istemediğimizi soruyoruz. Günlük koşuşturma sırasında otomatik davranış şekilleri gösteriyoruz. Hele de mesaj dediğimiz yazılı iletişim alanında… kısa bir ok yazmak vs. gibi. Ya da söylemek istediğinizin tam tersi anlam taşıyan kelimeler kullanarak…
Bu bir örnek. Sizin o an durup, fark edip ve yenilerini bulacağınızdan hiç kuşkum yok. Yeter ki fark edeceğimiz yeni davranış biçimleri, hakikaten bizim istediklerimiz olsun…
Ayna olmak için bir insanda ne gibi şartlar ararız?
Karşılaştığımız herkes bir ayna. Kızdıklarımız; yıllardır kendimizde görüp değiştiremediğimiz, istesek de başaramadığımız, beğendiklerimiz de ise olmayı isteyip de bir türlü ulaşamadığımız halleri görürüz. İlişki kurduğumuz her insana yolculuklarımızı, yaşadıklarımızı, hayallerimizi anlatırız. Bu insanların çok küçük bir kısmı, biz ne yaparsak yapalım bizi sever, asla eleştirmez, destekler ve kendi bakış açılarından ısrar ederek bir yargı oluşturmazlar. Ben bu tanımlara sahip olanlara gerçek ayna; sizler de gerçek dost diyorsunuz, sanırım…
“Karşılaşmalar önemlidir ve tesadüf değildir” sözünüzü açıklar mısınız?
Biz yaşamımıza dair bir şeyleri istedikçe hayat bize durmadan cevaplar verir. Bazen bir kitap, bazen de bir insan ile bizi karşılaştırır. Bu cevapların ortak bir özelliği vardır, o da çoğuna bizim koyduğumuz sıfatlar. Yani “beş para etmez adam” veya “derin kitap” gibi. Hayat ise, bizim onun cevaplarına koyduğumuz sıfatları, seçeneklerimiz içine almayı öğretircesine ısrarla aynı cevapları bizlere tekrar tekrar sunar. Herkese eşit bir bakış açımız olması gerektiğini, aslında onları da diğerleri gibi kabul ederek ayırımcılık yapmamızı öğütler. Örneğin hayat; paraya ihtiyacımız olduğunda, bir gece önce iş arkadaşlarımızla yemekte -o masada yok diye- arkasından atıp, tuttuğumuz, yerin dibine soktuğumuz o adama giderek avans istemeye mahkum eder. Olmadı o yeni aşık olduğumuz kadının eline, o “ağır” dediğimiz kitabı tutuşturuverir.
Bu yüzden biz bir şey isteriz. O bir karşılaşma ayarlar. Biz bu sefer, o ipin ucunu doğru çekersek, yaşayacaklarımızın güzelliği karşısında çok şaşıracağımıza eminim.
Eleştiriye ne kadar açık olmak zorundayız?
Biz fikirlerimizi, hayallerimizi, yaşadıklarımızı ya da seçimlerimizi anlatırken; içine farkında olmadan bir onaylanma ihtiyacı koyarız. İsteriz ki bunları dinleyenler bize katılsınlar. Hayat da bu ihtiyacımızı bitirmek adına karşımızdakilere – bırak motive edici bir cümle söyletmeyi-, bizi yerle bir eden cümleler bütünü ile karşılaştırır.
Böylesi bir eleştiri ile karşılaştığımızda, karşımızdaki insana gülümseyerek şu cümleyi söyleyin; ‘’bunlar senin enteresan bakış açıların.’’ Bu cümle ile her şey dönüşür. Eleştirinin etkisi gittikçe azalır ve bir zaman sonra da bu etki kaybolur. Dışımızdaki insanların eleştirilerinin, bize sonsuz seçeneklerimizi unutturmak için tasarlanmış realite sözleri olduğunu unutmayın. Bu yüzden mutlu olmak istiyorsak, eleştiri gibi oluşturulan, taraf, yargı, çatışma gibi pek çok sözcüğün bizde oluşturduğu otomatik tepkilerini bırakmalıyız, bir de herkese kendimiz anlatmayı…
“Kendime bir ilişkideki insanı kastederek yoruldum dediğimde, artık o insan benim için yok olmuş oluyor” demişsiniz. Her şey mükemmel mi gitmeli, insanın hiç mi tükenme noktası yok?
Bu hikayenin bir başı var tabi… Ben tüm ilişkilerime yansız başlıyorum. Onları tanımaya çalışıyor, pek çok paylaşımda bulunuyorum. Yaptıklarımla, konuştuklarımla “seni seçtim” diyorum. Sonra karşı tarafı izliyorum. Bu izlemeye de “seçildiğim anı beklemek” diyorum. Bu oyunda uzun süre yalnız kaldığımda, karşımda sahte ve duygular yerine zeka ile yaratılmış kısa süreli davranışlar gördüğümde, bilinçsiz, özensiz olayların içinde kendimi bulduğumda yoruluyorum. Beni seçmeyip yok sayan birini hayatımdan çıkarmak bana bilinçli bir seçim gibi geliyor. Zaten konumuz mükemmel olmak değil, duygusallığımızı yaşarken bile içine bilinçli bazı seçimler koymak. Tükenme noktası ise insanların andan, yaşamaktan kaçmalarının bir biçimi, diye düşünüyorum. Ve unutmayın; işte, ilişkide ya da hayatın herhangi bir diliminde yorgunsanız; orada aşk bitmiş demektir.
Niye cinselliği ve parayı dışarıda bırakarak içeri giriyoruz?
Hayata dair bizi yüzeyde tutan, kendimize gitmemize engel olan, arkalarına saklandığımız iki kavram; cinsellik ve para.
Kendimizi hatırladığımız, mutlu bir hayat istiyorsak; önce kadın ya da erkek olduğumuzu unutmalıyız ya da hayatımızın en önünde cinselliğimiz olmamalı. Doğru ilişkileri öncelikle sonsuz insan olduğumuzu hatırlayarak kurmayı denemeliyiz. Böylece realitenin kadın ve erkek için yaptığı yüzlerce sınırlamayı arkamızda bırakabiliriz. Hiç kimsenin ilişkisine benzemeyen, kurallarını iki insanı koyduğu o ilişkininin içinde bir gün; oldukça lezzetli bir yemek yaparak birlikte olduğu kadını şaşırtan bir erkek olmayı seçebileceğimiz gibi, o yemeğe birlikte olduğu erkeğe çiçek alarak gelen bir kadın olmayı da seçebiliriz.
Paranın bizde yarattığı etkiyi, paramızın olmadığı anlardaki halimize bakarak daha net tespit edebiliriz. Sanırım hesabımızdaki para arttıkça davranışlarımızın nasıl değiştiğini çevremizdeki herkes gözlemlemiştir. Kendimizi hatırlamak için para değişkenini mutlaka dışarıda bırakılmalı Onun sadece hayallerimiz için hayatımıza girdiğini unutmamalıyız.
Nasıl anda kalabiliriz?
Bir dostla konuşurken saatin nasıl geçtiğini fark etmememiz, anda kalmaya verilecek en güzel örnek olsa gerek. Anda kalmak hayatımızdaki pek çok şeye yeterince zaman ayırmaya dikkat etmemizle mümkün olacaktır. Tek başımıza kaldığımız zamanlarda yaptığımız meditasyonlar, bizi huzurlu edecek, anda kalmamızı destekleyecektir. Gün içinde nefesimizi takip etmemiz de anda kalmamızda önemli rol oynar. Yaşadığımız bir olay bizi geçmişte yaşadığımız bir ana götürür. Bu zamanlarda da andan koparız. Bu travmalarınızı bulup çözdükçe anda kalacağınıza emin olabilirsiniz. Düş kurduğumuz zamanlarda da anda kalırız. Tabi bu düşlerin içine arzu ve zaman koymadan…
Dikkat ederseniz tüm konuşmalarımız boyunca, istediklerimizi hayatımıza getirirken; arayışlarımıza hayatın, düşünce biçimlerimize ise vücudumuzun verdiği cevaplardan, insanlardan etkilenmeden yaşamımıza nasıl uygulayacağımızdan bahsettik. Ayrıca seçimlerimizi, sonuçları istediğimiz gibi oluncaya dek kimse ile paylaşmamaktan. Benim size verebileceğim en önemli tavsiye, yaşadığımız her ne olursa olsun hayata ve cevaplarına güvenmeniz. Bunu hep hatırlayın çünkü size doğru yaklaşan, sorun çıkartan, sevgisini veren sevgiliniz, patronunuz veya aileniz değil sadece; Hayat…
O iyi bir öğretmen sadece. Bir istediğinizi size verirken en çok korktuğunuzu ise onun arkasına koyuyor ki; biz korkumuzu yenelim. Bazen de en nefret ettiğimizin arkasına koyuyor ki; sevmeyi hatırlayalım diye.
Mutluluğunuza dikkat edin.
Gülistan Ertik
gulistan@mutlusonmedya.com