“Dramatikliği ve ironisiyle şimdiye kadarki resimlerimin hepsi Türkiye ve Türk insanıyla ilgilidir.”
Hızır Teppeev
1956 Köndelen Rusya Kabartay Balkar uyruklu Teppeev, Saint Petersburg Rusya Güzel Sanatlar Akademisi, Prof. A. Mylnikov atölyesinde lisans ve lisansüstü eğitimini 1984’de tamamladı. Fransa, Rusya, Türkiye, Tacikistan ve Azerbaycan’da çok sayıda grup sergi ve etkinliklere katıldı. Yirminin üzerinde kişisel sergi açan sanatçı aynı zamanda Rusya Devlet Sanatçısı ve Novisk Galeri ödülü sahibidir. Halen çalışmalarını Ankara’daki atölyesinde sürdürmektedir.
Geçmişi Rönesans klasisizmine kadar uzanan ve dünyanın önde gelen akademilerinden biri olan St. Petersburg’da olan Rusya Güzel Sanatlar Akademisinden mezunsunuz?
Petersburg, Rusya’nın aslında manevi başkenti sayılır. Aynı zamanda kendi evveliyatından dolayı da başka bir şehre benzemez. Kentin kendisi bir nevi Avrupa’ya açılan bir pencere olarak anılır. Avrupa kültürünü kavrama ve benimseme anlamında en üst seviyede bir şehirdir. Ben Rusya’nın eteklerinde olan Kafkasya’da doğup büyüdüm. Yazar bir babanın çocuğu olarak etrafı farklı bir gözle algılamaya alışmıştım zaten. Okul çağlarımda resim de birçok sanatsal uğraşlarımdan bir tanesi idi. Zaman geçtikçe resme yakınlığım daha da kristalize olmaya başladı. Ortaokul çağlarımda ilk ödülümü de kazandığımda hedefim çok daha netleşmişti. Ertesi gün sokakta bana Picasso diye seslendiklerini hatırlıyorum. Seçim yapma zamanım geldiğinde en şöhretli olan okul Petersburg’da idi. Fakat bizim için orası yabancı bir bölge idi. Babam beni daha yakında olan başka bir okula yönlendirmeye çalıştı. Ama ben evden kaçarak Petersburg’a gittim. Buradaki üniversiteler gibi değil orası. Lise ile birlikte toplam on iki yıllık sanat eğitimi olan bir süreyi orada tamamladım. Babam bizim gelenek ve göreneklerimizi korumak adına çok razı olmayıp beni Petersburg’dan ayırmaya çalıştı. Ama benim azmimin de önüne geçemedi. Altı yıllık eğitim sürecinde Akademi’de fakültede (mimarlık, resim, heykel ve sanat tarihi) toplam öğrenci sayısı beş yüzü geçmiyordu. Dokuz bölüm vardı. Mesela heykel fakültesinde tek bölüm vardı ve dört kişi bir sınıfı oluşturuyordu. Ben resim fakültesindeydim bizim sınıfımız sekiz kişiydi. Hocalarımızın her biri ülke çapında bir numaralı sanatçılardı. Ben atölye hocam rahmetli Mylnikov Andrey a. İdi. Atölyemizde hakim olan anlayış empresyonizm idi. Aynı zamanda Rönesans estetiğini asla geri plana atmadık. Çünkü ülke çapında ideoloji olarak realizm çok ağır basıyordu. Hepimiz çok yüksek ideallerle yetiştik. Bizim için Picasso ve Pierro della Francesco aynı derecede idi. Bu mükemmel eğitim süreci bitti ve mezun oldum. Ertesi gün okul balosunu dahi beklemeden memlekete döndüm.
Hangi rüzgâr sizi Türkiye’ye attı? Umduklarınız ve bulduklarınız sizi ne kadar tatmin etti?
1984’de mezuniyet sonrası sekiz yıl çeşitli müzelerde fresk, vitray, mozaik ve resim onarımları yaptım. Ayrıca Rusya’nın çeşitli kentlerinde duvar resimleri de yaptım. Seksenlerin sonunda Gorbaçov döneminde Nalçik’da sanat kolejinde eğitmenliğe başladım. 1998’de Ankara’da bir parka bizim ünlü bir şairimiz olan Kaysın Kuliev’in adı verildi. Açılış programında ben de Ankara’da üç ressam arkadaşımla birlikte bir sergi açtım. Bundan bir yıl sonra Ankara’daki çeşitli galerilerden sergi teklifleri gelmeye başladı. Rusya’da kişisel bir sergi açmak ancak ün kazandıktan sonra gerçekleşebilir. Türkiye, bu anlamda çok farklı bir ülke. Teklifleri kabul edip geri Ankara’ya geldim ve ummadığım bir şekilde buraya yerleşmiş oldum. O günden beri Ankara’dayım. Göz açıp kapayıncaya kadar on beş yıl geçmiş. Bir ressam olarak yeni renkler ve yeni konular bulduğum için kendimi şanslı hissediyorum. Farklı kültürden insanlarla fikir alışverişinde bulunmak da bir sanatçı için bulunmaz bir fırsat.
On iki yıllık konservatif bir eğitimin ardından kendi tarzınızı bulma aşamalarınızdan bahseder misiniz?
Mezuniyetimin hemen ardından ülkemizdeki ideolojik iklim kökten bir değişime uğramıştı. Özellikle genç sanatçılar kendilerine has kültür köklerinin arayışlarına girmişlerdi. Kimi modern sanata, kimi geleneksel sanata, kimi de mitolojik sanata yönlenmişlerdi. Ben de tam bu değişim döneminde kendimi Türkiye’de buldum. Hayatımda yeni bir sayfa başlamış oldu. Anadolu’nun tarihini, kültürünü ve mitolojisini kavramak ve bunları tuvale dökmek için çok fazla inceleme ve araştırmalarda bulundum. Halen de devam ediyorum. Eski dönem resimlerim daha çok bunlar üzerineydi. Sonraları toplumsal gelişmeler de resim anlayışıma dâhil oldu. Dramatikliği ve ironisiyle şimdiye kadarki resimlerimin hepsi Türkiye ve Türk insanıyla ilgilidir. Bu arada Türkiye’deki plastik sanatlar camiasını da sorgulamaya başladım. Kendi tarzımla mukayeseler de yapıyordum. Şunun farkına vardım ki; resim geleneğindeki kopukluklar nedeni ile modern sanat olarak adlandırılan kavram Türkiye’de maalesef yanlış yorumlanıyor. Sebebi mevcut sanat eğitimi sisteminden kaynaklanıyor. Ben bu kavram kargaşasını Rusya’da kendi içimde de yaşadım. Türkiye’ye gelince yeni coğrafya, yeni insanlar ve yepyeni bir kültürle kendimi adeta yenilenmiş hissettim.
Sanat eleştirileri açısından Rusya ve Türkiye’nin bir analizini yapar mısınız?
Avrupa’da resim sanatı önceki nesillerin omuzlarında hareket eder. Dolayısıyla bu zincir kesintiye uğramıyor. Farklı formlarda resim yapan iki nesil arasında dahi çelişki bulunmamaktadır. Mesela Van Gogh kendi resminde farklı formlar kullanmasına rağmen Miller’in tablolarını da çok yüce sayardı. Michelangelo Belvedere torsunun karşısında daha iyisini yapamadığı için ağlarmış. Vasarelly, sanatçıları yerle bir edercesine eleştiriyordu. Sonraki sanatçılar da sanatta hangi sanatçıların yüksek örnek olabileceğini bilsinler diye. 19.yy Rus eleştirmeni Stasov, Rusya’nın neredeyse tüm sanat dallarına yön vermiştir. Türkiye’de ise eleştiri sadece övgü anlamına geliyor. Yani kelime anlamı tam olarak mevcut değil.
Yirmi yıldır aktif olarak çeşitli özel ve resmi kurumlarda pratik anlamda sanat eğitimi veriyorsunuz. Bu durum sanatınızı olumsuz yönde etkiliyor mu?
“Resim yapamayan, resim öğretir.” Diye bir söylem vardır. Brence bu her meslek için geçerli. O yüzden de tabii ki olumsuz yönde etkilenmemem mümkün değil. Ama bunun yanında aileden gelen eğitimci ruhum da küçümsenecek boyutta değil. Eski öğrencilerimin bir kısmı artık profesyonel olarak sanat ortamlarına girmiş durumdalar. Bu konuda çok mütevazı olamayacağım. Türkiye’ye kendi çapımda faydalı olduğumu düşünüyorum.
Röportaj: Şule Özbahar