ARIADNA CASTELLANOS
İspanyol piyanist ve besteci Ariadna Castellanos, virtüözitesi, yaratıcılığı, farklı stilleri bir arada sunabilen müzikal çeşitliliği ile kendi jenerasyonunun en önemli müzisyenlerinden biri olarak tanımlanıyor.
İlk albümü ‘Flamenco en Black and White’ ile yılın en iyi prodüksiyonu dalında Latin Grammy adayı olan sanatçı, 2016’da piyano ve elektronik müziği bir arada sunduğu ikinci albümü MJU:ZIK ile İspanya listelerinde uzun süre üst sıralarda yer aldı.
Flamenko ve cazı harmanlayarak klasik teknik ile doğaçlamayı bir arada sunduğu yeni bir stil oluşturan Castellanos, dünyanın birçok yerinde Paco de Lucia, Paquito de Ribera, Michael Camilo, Richard Bona, Herbie Hancock gibi önemli sanatçılarla aynı sahneyi paylaştı.
Alejandro Sanz, Nach ve Pepe de Lucia ile kaydettiği şarkıların yanı sıra birçok film müziğinde de imzası olan sanatçı, genç yaşına rağmen günümüzün gelecek vadeden en önemli müzisyenlerden biri olarak gösteriliyor.
Yakın zamanda çıkartacağı yeni albümü Monster için çalışmalarını sürdüren Ariadna Castellanos ile 25 Ocak 2019 akşamı saat 20.30’da İş Sanat’ta vereceği konser öncesinde söyleştik.
Müzikle ilgili ilk anılarınız nelerdi?
Ailem müziği çok sever, babamı gitar çalarken ve Bob Dylan, Pink Floyd, Eric Clapton şarkıları söylerken anımsıyorum. Annem de her gününü bana ayırırdı. Beni piyano derslerine, konserlere ve İspanya’daki müzik yarışmalarına götürürdü.
Piyano sizin için ne anlam ifade ediyor?
Bir şeyi gerçekten çok sevdiğinizde hatta zamanınızı, enerjinizi bütünüyle ona ayırmak isteyecek ölçüde bir obsesyon gösterdiğinizde başka bir şey yapmak istemiyorsunuz. Yeni bir şeyler keşfetme, onda uzmanlaşma ve devamında da yaratma, bir şeyler ortaya koyma sürecini hep çok sevdim, bana kendimi hep çok canlı hissettirdi. Benim için, bir şeyi kendi hayal dünyanızdan yola çıkarak gerçeğe dönüştürme hissi dünyadaki en heyecan verici duygu. Bana yaşadığımı hissettiriyor. Ve gösterdiğiniz tüm çabaya, emeğe değiyor.
Klasikten caza, Flamenko’dan elektroniğe uzanan geniş bir müzikal çeşitliliğiniz var, kendi bestelerinizi yazıyorsunuz. Eserlerinizi üretirkenki o süreci bize nasıl anlatırsınız?
Bunu kelimelerle anlatmak hayli zor aslına bakarsanız. Bence yaratım dediğimiz şey sihirli bir süreç. Gördüğüm, duyduğum, hissettiğim herhangi bir şey bana yeni bir şeyler yazmam için esin verebilir. Bunun illa ki müzik olması şart değil. Bende bir duygu uyandırması, beni harekete geçirmesi yeterli. O kıvılcım çaktıktan sonra da piyanonun başına geçerim ve o duyguyu notalara dökmeye çalışırım. Tabii bunun ne zaman geleceği belli olmuyor. Yürüyüş yaparken de olabilir, uykuya dalmak üzereyken ya da spor yaparken de.
İki albümünüz var. F. Black and White ve MJU:ZIK… Bu albümlerle ilgili biraz bilgi alabilir miyiz sizden?
Flamenco Black and White, benim ilk albümümdü. Klasik bir eğitimin ve kariyer başlangıcının ardından sonunda ilk albümümü çıkardım. Çok uzun yıllar Flamenko albümleri dinledim, Flamenko gitaristlerini ve dansçılarını gözlemledim, sonrasında da kendi bestelerimi yapmaya başladım.
Berklee’de müzik okurken de caz öğrendim. MJUZIK, bir caz piyanistiyle elektronik müzik prodüktörünün karışımı gibi aslında. Şu sıralarda da üçüncü albümüm Monster’ın kayıtları devam ediyor. Bu albümdeki besteler aslında bir öyküye dayanıyor: 2043 yılında hayali bir gezegendeki labirente ve Ariadna mitine. Bu albümde enstrümantal şarkılardan, elektronik müzik ve piyano bestelerinden daha çok şarkı var. Tam olarak nasıl tarif etmeliyim bilemiyorum ama sanırım bu diğer ikisine göre çok daha popüler olacak.
Hala uzun saatler pratik yapıyor musunuz? Başarınızı neye borçlusunuz?
Enstrüman çalmak biraz spor gibi aslına bakarsanız, o nedenle her zaman pratik yapmanız gerekir. Ama konservatuvar dönemlerindeki gibi her gün 10 saat pratik yapma gibi bir durumum yok şu anda. O zaman tekniği öğrenmek ve kendi sesimi bulmak için daha çok çalışmam gerekiyordu. Şimdiyse müziğin yaratım boyutuna daha çok odaklanabiliyorum.
Paco de Lucia, Michael Camilo, Herbie Hancock gibi çok sayıda önemli müzisyenle çalıştınız. Bu müzikal işbirlikleriyle ilgili ne söylemek istersiniz?
Kendimi çok şanslı hissediyorum. Bu ortak çalışmalardan sonra her zaman şunu fark ettim. Bu insanlar ne kadar büyük ve önemli olurlarsa olsunlar hayatta tanıdığım en tevazu sahibi, en tatlı kişilerdi. Özellikle de Alejandro Sanz. Fırsatını bulduğu her an genç sanatçıların yanındadır.
Gelecekte birlikte çalışmak istediğiniz isimler var mı? Çok! Ama son zamanlarda Imagine Dragons’a bayılıyorum. Son zamanlardaki en favori grubum!
İstanbul konseriniz öncesi heyecanlı mısınız?
Çok! Bu Türkiye’ye 4. gelişim olacak. İstanbul, Ankara ve Antalya’yı daha önce gördüm. Her seferinde o kadar güzel bir ilgiyle ve sevgiyle karşılanıyorum ki… Tekrar davet geldiğinde çok mutlu oldum. Bu konserlere vesile olan ajansım Pasion Turca birlikte çalışması çok güzel bir şirket, konserlerin promosyonu ve organizasyonu konusunda müthiş çaba gösteren bir ekip var. Bu yüzden emin ellerdeyim ve tekrar geleceğim için çok heyecanlıyım. Üstelik bu kez konserden sonra birkaç gün daha kalacağım, böylece şehri doyasıya görme şansım olacak. İstanbul bence dünyanın en güzel şehirlerinden biri.