Ethel Mulinas kendini aşk ve tutkuyla tanımlayan enerji dolu bir oyuncu. Geçirdiği mide tüp ameliyatı sonrası 166 kilodan 88 kiloya inmiş ve yoğun bakımda gözlerini açar açmaz başlamış hikayesini, yaşadıklarını dökmeye. Murat İpek’in oyunlaştırdığı ve yönetmenliğini Çiçek Dilligil’in yaptığı “Yolculuğum” Ethel Mulinas’ın kendini sevmeye başlamasının duygu yüklü hikayesi… Yeni sezon prömiyerine 22 Ekim tarihinde start veren oyun hemen ardından 26 Ekim İzmir Karşı Sanat ve 31 Ekim İstanbul derken sezon koşturması başlamış oluyor.
İlk büyük rakamlı kiloları ilk aşk acısıyla almaya başlayan Ethel bir şekilde dertlerinden yemeğe sığınıp teselli bulmuş. Şimdilerde 80 kiloya inen ve aslında yemek yeme davranışındaki bağımlılık tarafını da keşfeden Ethel Mulinas, sımsıcak, neşe dolu ve kısacası kendini daha çok seviyor ve kendini sevdikçe kilolar gidiyor. Oyunun dekoru Apo Kaya’nın, ışık tasarımı Ayşe Sedef Ayter’in, kostüm tasarımı ise Hazal Bağcı’nın imzasını taşıyor. Oyunun içten müzikleri ise Bora Öztoprak elinden… Ethel Mulinas ‘la sahnede izleyici ile paylaşmaya bayıldığı “Yolculuğum” oyununu, kendi hikayesini, kilolardan kurtulmanın yaşattığı keyfi, hem kahkaha hem hüzün dolu sahnesini konuştuk…
İlk kez aşk acısı yaşarken almışsınız fazla kiloları; şimdi sakın sıradan geliyor olmasın o gözünüzdeki büyük aşk?
Evet, ilk kilo alışım ilk aşk acımla beraber… Hayatın acıları bana hep kilo aldırdı… Bu yemek yemeyi sevmediğim, “az yemek yerdim su içsem yarardı” anlamına gelmesin… O gözümdeki büyük aşk hala büyük, sıradanlaşmadı. İmkansız. Ama adam değil, o büyük aşk sıradanlaşmayan… O yaşlardaki maddeden bağımsız güzel sevebilme halimiz nasıl sıradanlaşabilir ki… Mektup yazmak, mektup beklemek, vapur beklemek, ilk öpüşme, hayal kurmak, aynı adamı özlemek, aynı adam için hayal kurmak, şiir yazmak… Şimdiki gibi sabun köpüğü misali uçuşmayan duyumsamalar… Gerçek aşk… Büyük aşk benim içimdeydi; adama gelince yirmi yıl sonra gördüğümde, o çok sıradanlaşmıştı hatta kendime ihanet gibi… Adam sıradanlaştı duygular asla.
Aşk ya yemeden içmeden kesiyor ya yemeğe sarıyor sıkıntı ama kendimizi daha çok sevmeyi başaramazsak haksızlık oluyor değil mi aşk?
Ben acılar karşısında yemekle teselli bulanlardandım. Çocukken evde bir kavga olduğunda tesellim şokella kavanozu olurdu. Evdeki yükselen sesleri duymazdım kaşıklarken şokellayı ya da ayıcık şekerlerimi öpüştürerek yerken… Aşk acısı da öyleydi ben yemeden içmeden kesilenlerin aksine yüreğimdeki acıyı un kurabiyesi, pasta, börek, kek ile hafifletmeye çalışırdım… Ah şu kendini sevebilmek! Hala tam başardım diyemem… Kendini sevmeyi de zamanla keşfediyor öğreniyor insan. Aşk, sevmek, bağlılık ve bağımlılık çok farklı duygular. Kendimizi sevemedikçe bağımlılaşıyoruz başka sevgilere… Orada en büyük haksızlık başlıyor kendimize yaptığımız… Gerçek sevgi bağımlılıktan uzak… Final şarkımı yolladığı zaman, Bora Öztoprak dinlerken ve söylerken ne çok ağladım: ”Yapabilirsin, kendini daha çok sevebilirsin, kendine yeni bir hayat verebilirsin…” Yolculuğumuzun, hepimizin hayat yolculuğunun bir öğretisi kendimizi sevmek…
Ama aşk kendimizi sağlıklı sevdiğimizde daha da güzel oluyor değil mi?
Kesinlikle öyle… Kendimizi sevdikçe daha güzel seviyoruz. Bir ilişkide kendi özgürlüğünü keşfetmek, kendini gerçekleştirmekten öte nasıl mutluluk olabilir ki… Kendi özgürlüğümüzü bir başkasıyla keşfetmekte saklı belki aşkın mucizesi… Bu da önce kendini sevmekle…
Arada kilolar verip tekrar aldığınız dönemler de oluyordu değil mi?
Oyun repliği şöyle diyor: ” Çooook 30 kilo verdim, 40 kilo aldım; 40 kilo verdim, 50 kilo aldım. 50 kilo verdim, 60 kilo aldım üstüne çıktığım tartının bile başı döndü.” Gerçekten de öyle. Matematik şaşkın mantık yok… Rakamlar şaşkın belki sen bile şaşırdın. Defalarca 40 kilo verdim iki kez de 60 kilo.
Sımsıcaksınız ve içtenliğiniz hemen hissediliyor; peki üzüntülerden kilo aldığınız dönemlerde hüznünüzü çevrenize hissettiriyor muydunuz?
Enerjisi yüksek biriyim yükseleni aslan olan bir akrep. Yaşam benim için tutku, enerji… Mutluluğumu hemen gözlerimden okursun hüznü de… Bazen maske takmaya çalışsam da pek beceremem benim duyumsamalarım yüzüme yansır. Çok kırılgan, üzgün dönemlerde içime kapanıyorum. İnsanlar güleç komik Ethel’e aşina. Yine de hüzünlüyken yakınlarım anlıyor. Kaçmaya çalışsak da bazen kendimize bile yakalanıyoruz kah çevremize kah kendimize.
Aslında o kurtulduğunuz fazla kilolar bedeniniz yoluyla ruhunuzun bir alarmı değil miydi?
Ruhun yaşı kilosu cinsiyeti yok… Oyunun çıkış cümlesi ama o hayatın yükleri acılar ölümler, kayıplar, yaşayamadıklarımız, bazen can acıtan bir koku, ses, anı bende hep kilo olarak nüfus buldu. Evet, şiştikçe şiştim sokakta ” şişkoooooo” denenlerden oldum oysa ruhun acıları öyle belirdi…”Ben mi hayata borçluyum, hayat mı bana olan borcunu beni şişirerek ödüyor, anlamıyorum. Hesap pusulasında bir hata olmalı.” diyor replik… Can acıları, gözyaşları kilo olarak gözüküyor. Ruhun acısı öyle yansıyor aynada. Yine de ruhun yaşı kilosu cinsiyeti yok. 110 kilo Vietnam dağlarında tırmanırken de buna inandım; ruhla şarkı söylerken de….
Hikayenizi mide tüp ameliyatından sonra günlerce kaldığınız yoğun bakımda yazmışsınız; orada o hikayeyi size yazdıran ilk his ne oldu?
24 saat kaldım yoğun bakımda. Aslında ameliyata girerken ameliyat korkusundan çok yoğun bakımda nasıl dayanacağım endişem vardı. Çok genç tanıştım yoğun bakımla 13 yaşında. En sevdiklerimi orda kaybettim. Yoğun bakımda kimsenin güzel anısı olmaz tabii ama benimkiler fazlaydı. Aslında hala açıklayamıyorum, uyanmışım kağıt kalem istemişim. Ne yapacak ki kadın kağıt kalemi demişler. Narkoz etkisi, geçer demişler. İkinci kez gözümü açtığımda hani kağıt kalemim diye sormuşum. Vakit geçirmek için olamaz. Varmış anlatmak istediğim bir derdim. Azınlık olmak, kadın olmak, eğitimli kadın olmak, şişman, obez kadın olmak… Mesela siz hiç uçakta koltuk kemerinin bağlanmamasının nasıl bir duygu olduğunu bilmezsiniz değil mi? Ek kemer getiren hostesin ses tonundaki ironiyi yan koltuktaki kadının bakışlarındaki şaşkınlığı. 85 kilo verdikten sonra bile her kemer bağlayışımda yüzümde hafif bir tebessüm ya da gözlerimde akan yaş oluyor. En güzeli sanki tüm koltuklar, sandalyeler büyüdü; bacaklarınız hiç acımıyor. Sevgilinizle yürürken kimse “şişkooooo” diye bağırmıyor artık. Anlatacak çok şey vardı; ben de yazdım.
Peki 166 kilodan 88 kiloya inmek bir anlamda tekrar sarıldığınız Ethel’in nasıl bir zafer duygusu yaşattı?
Aaaa artık 81 kiloyum. Hadi prömiyere kadar 80 diyelim. 166’dan 80’e. Evet, bir mutluluk, bir başarı hissi var. Aynaya bakınca özlediğin yüzüne kavuşmak, ellerine kavuşmak. Yaşsız, kilosuz, cinsiyetsiz ruhun bedeniyle buluşması. En büyük mutluluk şeker ve tansiyondan kurtulmak, sonra normal beden mağazadan ilk elbiseye sığdığımda gözyaşlarıyla tezgahtar kıza sarılmam onu kucaklamam, az yiyip doymak şahane bir duygu. Plastik sandalyeye otururken kırma korkumun gitmesi, sanki tüm koltuk ve sandalyeler genişlemiş gibi hissetmem cabası. Kendini yeniden sevme yolculuğu. Ha bir de erkekler, onların bakışları da çok değişti çok güzelsin dediklerinde arkamda biri mi var dememeye başladım.
Oyunun yönetmeni Çiçek Dilligil, oyunlaştıran Murat Ekip tüm ekip kilo vermiş; sizce “Yolculuğum” kilo vermek isteyenlere herkese cesaret veren bir oyun diyebilir miyiz?
Uğruna nerdeyse 200 kilo verilmiş bir oyun. Işıkçımız Ayşe 40, Çiçek ve Murat yaklaşık 50’şer kilo verdiler.Öncesi sonrası hallerimiz akıllara zarar. Aslında ben oyunda kiloyu metafor olarak alıyorum. Benim hayatımın sorunu ya da sınavı kilo üzerine. Bağımlılık aslında. Kimisi alkole, kimisi maddeye, kimisi zarar gördüğü, aşağılandığı, şiddet gördüğü ilişkiye bağımlı… Oyunla anlatmak değil, paylaşmak istediğim :“yapabilirsin, kendini yeniden yaratabilirsin, şehrin öykülerini yeniden yazabilirsin, kendini daha çok sevebilirsin, kendine yeni bir hayat verebilirsin.” Bazen o çok umutsuz anımı anımsayınca 166 kilo, bel ağrısı, diz ağrısı, nefes nefese, ter içinde, şekerim 400’lerde, tansiyon 22… Bugünümü hayal edemezdim. Hepimiz herşeyi yapabiliriz.
Oyunun hem güldüren hem de hüzünlendiren tarafları olduğunu biliyorum, hiç izlemeyen biri için siz hikayenizi nasıl tarif edersiniz?
Aslında yolculuğum hepimizin yolculuğu içinde aşk var, aşkı ararken yaşadığım komik anılar var, baba kız aşkı var, hayatın gerçekleri var, hayal var, yol var yolculuk var. Gelin, kahkaha atacağınıza garanti verebilirim; iç çekip minik bir hüzün anı da hissedeceğinize. Ama eğleneceksiniz ve sonra düşüneceksiniz. Çünkü hepimiz bir yolculuk yaşıyoruz ve çok da farklı değil hayatlar… Oyunum hayatın içinde olan şeyleri anlatıyor…
Sizi oyunda sahnede tüm yolculuğu tekrar yaşamak kimi zaman yormuyor mu?
Yolculuğumu paylaşmayı seviyorum ve sanırım bu sevgi her duygunun üstünde ve hayattaki tüm duyguların en güçlüsü olduğu gibi. Korkuyu yenen de sevgi, endişeyi yenen de… Ama baba sahnesi var ve özellikle o sahnede içim cız ediyor. 150’li kilolara geri dönüş anlarımda bir korku duyuyorum ama bazı sahnelerde öyle eğleniyorum ki bitmesin istiyorum. Zaten şu sahne aşkı var ya fena bir aşk; nelerden vazgeçiyor insan. Eğlendiğim anların, paylaştığım anların seyircinin yüzündeki ifadeleri ve o enerji paylaşımı yoğunluğu bambaşka. İşte o zaman yeniden anlıyorum gerçeğin sadece aşkta saklı olduğunu…
Yeni sezonda bir oyuncu olarak başka hangi projeleriniz devam ediyor ve sırada neler var?
Leyla’nın Evi 7. sezona giriyoruz. Nedim Saban’ın sahneye koyduğu Tiyatrokare’de 7. yılımız aynı oyunla. Bu arada dizi ve sinema projeleri var beklediğim. Büyük bir değişim yaşıyorum; yapımcı ve yönetmenlerin aklındaki Ethel de değişti. Bana uygun, aşkla oynayacağım güzel bir rolün gelmesini heyecanla bekliyorum ve naifçe de olsa yaşayacağım gerçek aşkı bekliyorum çünkü aşk ve tutku kadınıyım.
85 kilo eksik ama hala çocuk ruhluyum hala çikolatalı sufle ve ayıcık şekerlerimi seviyorum ve hala aşka her şeye inat devre ve teknolojiye inat inanıyorum.
Cenk ERDEM
h.cenkerdem