Harran’dan Londra’ya uzanan bir yolculuğu anlatacağım size. 4 yıldır Londra’da yaşayan ve yapıtları önemli müze ve galerilerde sergilenen Ressam Kübra Müjde, sanatta yeterlik eğitimine devam ederken Londra’ya taşınmaya karar verdi. Bir de üzerine dünyanın ilk Online Sanat Okulunu kurdu. Qbicart Dijital Sanat, Bilim, Teknoloji, Felsefe, Kitap, Müze Okulu Kurucusu Kübra Müjde ile eserlerinin hikayelerini, çocuklarla yaptığı sanat çalışmalarını ve gelecekte yapacağı projeler uzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Gulistan Ertik / gulistan@mutlusonmedya.com
…”Onlar sanıyorlar ki bir gün çıkar gidersem bir daha hayatta dönmem. Beni tanıyorlar çünkü. Öyle de oldu zaten, dönmedim.”
Bize kurduğun Qbicart Okulundan bahseder misin?
Elbette! Heyecanla! Zor ama doğru zaman da oldu. Bu; ne çok kolay oldu, ne de aşırı yorucu. Her şeyin doğru zamanı olduğuna inanıyorum, benim içinde Qbicart tam burada yerini bekleyenler arasındaydı. Yaklaşık dört yıldır İngilterede yaşıyorum. Burada bir çok aile ve çocuk ile irtibatta idim. Londra’da da zaten hali hazırda atölyeler yürütmekteydim. Aynı zamanda İngiltere’de daha çok insana ulaşmamı sağlayan girişimim Müze Atölyeleri projemdi. Neredeyse her haftasonu bir müzede çocuklarla buluşup Müzeyi birlikte keşfediyor, sanat eserleri üzerine konuşup tartışıyor, sonra da bulduğumuz yere serilip üretiyorduk. Bu özellikle Türk aileleri için çok büyük bir kazançtı. Çocukları Türkçe’yi doğru kullanma konusunda zorlanıyorlar, etraflarındaki yaşıtları ile ingilizce konuştuklarından dolayı, kendi dillerine olan yakınlıklarını yitiriyorlardı.
Ben ise onlarla Türkçe konuşuyor, kazanmaları gereken alışkanlıklardan biri olan müzeyi keşfetmesi için buluşturuyor ve onlarla sanat yapıyordum.
Bu kısmı çok uzatmayacağım, derken pandemi çattı geldi. Bir hafta ara verdim yalnızca. Hiç beklemeden tam 21 Mart 2020’de çevrimiçi atölyelerimiz başladı. Aileler çok çekimser ama merakla yaklaştı. Hepsine, kendilerine birer şans vermelerini önerdim. Deneyen her aile devam etmeye karar verdi. Bu şaşırtan bir sonuç değildi. Daha önce de teklif etmiştim fakat sahici olamayacağına inanıyorlardı online eğitimin. Başardık mı başardık.
Talep eden aile sayısı gün geçtikçe katlanarak arttı. Ya daha fazlasını kabul edemeyecektim ya da bir büyük girişimde bulunup yanıma destekçi sanatçı arkadaşlar alacaktım. Cevap tabi ki bildiğin gibi ikincisi. Yanıma aldığım değerli arkadaşlarım arttıkça çocukların da sayısı arttı. Çocukların sayısı arttıkça daha çok güzel insan bulmam kaygısı bastırdı. Derkeeen 40 kişilik bir ekip olduk. 242 kişilik ise bir öğrenci..
Çocuklarla çalışmaya nasıl karar verdiniz?
Üniversiteyi bitirip yüksek lisans tez dönemine başladığımda elimde iki seçeneğim vardı. Ya Urfa’ya geri dönecektim ya da sanatımı İstanbul’da sürdürecektim. Eğitim fakültesi mezunu olduğumdan İstanbul’daki hemen hemen bütün kolejlere başvurdum. Çok güzel bir e mail ve Cv hazırlayarak kendimi tanıttım, yapabileceklerimi ve bunun için yeterli kabiliyetlerimi anlattım.
Sonra hemen öğretmenliğe başladım ve o benim ilk öğretmenlik deneyimim ve aynı zamanda ilk çocuklarla konuşma dönemimdi. Ya da kendi potansiyelimle tanışma dönemimdi diyebiliriz. Daha 23 yaşındaydım, yoğun ve bir o kadar çılgın ve renkli bir yıl geçirdim.
4-5 yaşındaki öğrencilerim yakın arkadaşlarım oldular. Çılgın gibi beni görünce kapıdan koşup üstüme atlıyorlardı. O yıl farkettim ki ben aslında çocuklarla çok iyi anlaşıyorum. Daha sonra Bahçeşehir Koleji’nden ayrıldım, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde öğretmenlik yapmaya başladım. Ve buradan da ENKA sonrasında da MEF ve MEÇ ( BUMED) okullarına geçtim.
Çocukların müzede sanatla tanışması nasıl gerçekleşti? Atölye çalışmaları nasıl ilerledi?
İstanbul’da hayat çok güzel ve çok renkliydi ama bir yandan da beni tatmin etmeyen bir şeyler vardı. Özgürüm, yalnız yaşıyorum, çok güzel para kazanıyorum. Bir şeyi fark ettim. Sahip olduğum bir kapasite vardi sanki. Orada tam zamanlı çalışarak hem bütün enerjim ona harcıyor hem de kapasitemin sadece çok azını kullanıyordum. Geziyorum, senede 6-7 farklı ülke görüyorum. Gelişimimi saglamak için bütün kazandığım parayı kendime harcıyorum. Drama ve Psikodrama eğitimleri aldım. Sinema okumalarına katılarak kendime arşiv oluşturdum. Kendime yakınlaştım ama yine bir taraftan da tatmin etmeyen bir şeyler vardı. ”Bir şeyi daha yapabilirim” diye söyleniyordum ve başka bir ülkede yaşama fikri doğdu. Bir yandan çocuklarla çalışırken ve atölyeleri ziyaret ederken hep onlarla buluşmaya çalışıyordum.
Bunu en kolay müzede yakaladığımı farkettim. İspanya’ya gidiyorum mesela; Museo Nacional Centro de Arte Reina Sofía Müzesi’ne. Picasso’nun Guernica eseriyle tanışıyordum. Çantamdan eskiz defterimi çıkartıp çizmeye başladığım sırada çocuklar gidip gelip beni izliyordu ve onlar da çizmeye başlıyordu. ”Ben bunu aslında yurtdışına yaparım” diye düşündüm. Böyle böyle kafamda yapmak istediğim proje şekillenmeye başladı. Hem ingilizcemi geliştirmek hem de işimi yapabilmek istediğim 4 ülke vardı ve bunların arasından İngiltere’yi seçtim.
İkinci planım ise Londra’ya taşındıktan sonra aynı zamanda ülkeleri gezmek, çocuklar ile buluşmak ve tanışmaktı. Farklı milletlerden gelen çocukların yaptığı desenleri arşivlemek istedim çünkü bu sayede kendime yeni bir arşiv oluşturacaktım. Bu zamana kadar yapılmış bir şey degil. Daha önce bölgesel ve lokal olarak çalışan var ama kimse farklı milletlerle bir araya gelip çocukların çalışmalarını mekanda buluşturmamış düşünebiliyor musunuz? Bunu yapabilmeniz için ya ideolojik bakmanız ya da zengin olmanız lazım, tabii ayni zamanda da bencil olmamanız lazım. Bunun icin emek sarfetmeniz gerekiyor. Bu da gönüllü bir efor demek.
Çalışma alanı için müzeleri seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Müzelerde bulunma nedenim öncelikle türk ailelerle çalışmaya başlamamdan kaynaklandı. Aileler çocuklarının türkçeleri gelişsin diye türk eğitmenlerle çalışmak istiyorlar ben onlara anlayabilecekleri şekilde sanat tarihini anlatıyorum.
Çocuklar hangi malzemelerle çalışmayı seviyor?
Bütün materyallerle çalışıyorum. Müzede kağıt, pastel boya, gazlı kalem ama onlara özel dersler verince ve grup dersleri olunca sınırsız. Çocuklar sanat tarihi dersinde Van Gogh’un neden sarı rengi sevdiğini, Dali’nin restorana gittiğinde menüleri çalıp onun resimlerini yaptığından tut bütün hikayeleriyle çocuklara anlatıyorum.
Bu hikayelerin sonunda çocuklar ”Ben de Dali’yim” diye yeni bir şey yaratıyor. Ve bunu çok küçük yaşta yapıp inanılmaz özgüven sağlıyorlar.
Çocuğun anlayabileceği bir dilde nasıl anlatıyorsunuz? Çok küçükse anlıyor mu yine de?
Mesela çocuğa diyorum ki;
”Picasso diye bir ressam var çocuklar biliyor musunuz”? Dünyada hiç sanatla ilgilenmeyen insanlar bile Picasso’yu tanıyorlar, nasıl mı? Ressam diye tanıyorlar. Peki niye beni tanımıyorlar da Picasso’yu tanıyorlar; çünkü Picasso ”elma yuvarlak değil, üçgen” demiş düşünebiliyor musunuz, elma üçgen olabilir mi? -Olamaaaaz. -Nasıl olamaz? bal gibi de olur çünkü Picasso için olmuş. -Nasıl olmuş ya, olamaz kesmiş mi? -Hayır kafasının içerisinde kendine göre ”elma üçgendir” demiş ve ”kimse benim kafamın içindeki düşünceyi değiştiremez ve kanıtlayamaz” demiş.
Ve gerçekten de öyle olmuştur. Kendi hayal dünyasından geometrik formlar yaratarak resimlerini kendi kafasına göre uyarlamış ve kimsede dönüp ”aaa bu kafayı dik ya da kare yaptı” diye probleme dönüştürmemiş aksine herkes ”aa bu çok iyi bir fikir” diyerek yeni bir hikaye başlatmışlar sanat tarihinde. Bu şekilde anlatıyorum çocuklara. Çocuk giderken gerçekten geometrik formları, Kübizmi Picasso’yu öğreniyor. Belki kelime kelime tanımıyor ama bütün sürecini aklında tutuyor.
…Sanatta başka bir sorunsal ”sanat sanat için mi, toplum için mi? sorusu. Onlar sanatı sanat için yapıyorlar, ben sanatı toplum için yapıyorum.
Sizin resimle olan yolculuğunuz nasıl başladı?
Ben çocukluğumdan beri resim yapan bir insanım zaten. Güzel Sanatlar Lisesi’nde okudum. Üniversite ve sonrasında yüksek lisans. Resim yapmayı hiç bırakmadım. Bunu profesyonel bir biçimde kişisel sergilere dönüştürme biçimim üniversitede başladı. Üniversite 1. sınıfta daha Göbeklitepe bulunmamışken orada bir sergi açtım. Çok güzel geçti. Demek ki ben resimlerimi sergileyince çok mutlu oluyorum, demek ki bu beni motive ediyor diye düşündüm ve daha çok resim yapmaya ihtiyaç duydum. Birçok arkadaşım resim yapıp bir kenara atıyor, sergileme ihtiyacı duymuyor. Sanatta başka bir sorunsal ”sanat sanat için mi, toplum için mi? sorusu. Onlar sanatı sanat için yapıyorlar, ben sanatı toplum için yapıyorum.
Resimlerinizde uyuyan insanlar görüyoruz, ne anlatmak istiyor bu resimler bize?
Üniversite 1. sınıftan itibaren hep uyku üzerine resimler yaptım. Dini, politik, siyasal, psikolojik açıdan da birçok konuda uyutulduğumuzu düşünüyorum. Varolan zamanda bir kural oluşturulmuş, biz o kuralı çok azıcık evirebiliyoruz ama sadece o kadar. Çok dolanamıyoruz çok açamıyoruz o kapıları. Dini açıdan da günah deniyor. Biz günahları kırıyoruz belki ama yine de çok fazla değil. Ayıp olmasınlar’a geliyoruz, saygı kuralları icinde birazcık cozutabiliyoruz ama çok çıldıramıyoruz. Örneğin; Psikolojik anlamda da Ingiltere’de ”deli” diye bir kavram yok. Yolda bir sürü kendi kendine konuşan insanlarla karsılaşmışsındır, onlar burada çok yadırganmıyor. Normal hayatları var ve ”konuşsun ne var ki” diyorlar. Senin gibi olmayınca farklı mi oluyor? Ama farklı olunca çirkin olmuyor. Başka biri oluyor. Türkiye’de bunu yapsa deli kategorisinden sayıyor. Hatta ”köyün delisi” diyor. Alıp dışlıyor. O yüzden de psikolojik anlamda anlattım uykuyu. Sosyolojik anlamda da hep birbirimizden etkileniyoruz. Zarar veriyoruz birbirimizi uyutuyoruz ayıp olmasınlar’a geliyoruz. Akrabalarımızın ilişkileri de öyle. Ayıp olmasın diye üzerine ilerliyor. Geleneksel yaklaşıyoruz ve gelenek dışına çıkamıyoruz. Bunlar çok basit ornekler. Sonra uyku bitti, uyandım. 2,5 yıl sonra uyku temamı bitirdim. Beni de bir zaman sonra uyutmaya başladı çünkü. Hep uykuyu düşündüm. Şu anda ”canım ne isterse” diye bir tema başlattım.
…Bulduğum en yakın doğaya girince sakinleşiyorum. Aramızda kalsın, ormanda doğmuşum:)
Üretemediğiniz zamanlar oluyor mu?
Elbette oluyor her insan gibi. Kendimi şarj etme yolum ormana gitmek ve nefes almak. Bu yazımı bile ormandan yazıyorum. Bulduğum en yakın doğaya girince sakinleşiyorum. Aramızda kalsın, ormanda doğmuşum 🙂
İngiltere’de yaptığın sanat çalışmalarını, Türkiye’ye göre kıyaslayabilir misin?
Ingiltere’de herşeyimle kendimi daha çok sanatçı hissediyorum. Sınırım yok ve bir sergiye katıldığımda ya da insanlarla tanıştığımda ”ne iş yapıyorsun?” diye sorduklarında ”sanatçıyım ressamım” dediğimde bakışlarının değiştiğini görüyorum. Yaptığım bir sanat eseri üzerinde zaman ayırıp konuşabiliyorlar. Tabii ki bunun için hem ekonomi hem de kültür çok fark ediyor. Ingiltere’nin tam tersiyiz biz. Bizim ülkemizde sıralamada çok arka sıralarda yer alıyor sanat. Çünkü öncelikli olarak karnımızı doyurmak, garantili bir is sahibi olmak ve sigorta edinme ihtiyacımız var. Ama buranın yerlisiysen Türkiye’deki kadar acı çekmiyorsun. Turkiye’de çok önemli, yetenekli sanatçılar var ve ekonomik krizden dolayı insanlar sanat eseri alacak lükse sahip olmadıgından o sanatçılar sanki üzerlerine tül çekilmiş gibi beklemedeler. O tül açılacak, sunacaklar kendilerini ama onun için ülkenin biraz maddi olarak toparlanması lazım. Ben böyle düşünüyorum.
Yurtdışında ne tür projelerde bulundunuz?
Gezmeye başladığım ülkeler arasında Iran’da bir kisisel sergi açtım ama kisisel serginin yanında orada 3 farklı dernekle tanıştım ve atölyeler yürüttüm. Hatta aldığımız tüm parayı derneğe bıraktık. Onlar da olduğu gibi çocuk kurumlarına bıraktılar. 2 yıl önce Lübnan – Beyrut’ta çocuklarla atölye çalışmaları yaptım. Portekiz – Porto’da da yaptım. Almanya Koblenz’de de cocuk atölyeleri yürüttük ve ben su ana kadar cocuk atölyelerinin hepsinde çocuk çalışmalarını bir araya getirip arşivledim. Bütün farklı ülkelerde yaşayan çocukların ama. Hayal ettigim şey 10 senemi alacak olsa da sonucunda çok güzel şeyler olacak.
Teknolojinin sanata yansımalarını görüyoruz…Teknolojinin plastik sanatlara sağladığı olanaklar nelerdir?
Pratik, çok deneme yanılma ya da beğenme devam etme, geliştirme seçenekleri sundu. Teknoloji; sanatçının binlerce km uzaklıktaki bir sergiye online katılıp, eleştirileri dinleyip, sanal bir tura dahil olup kendisini bir anda sergi yolculuğunda bulabiliyor. Bu bir sanatçıya ve sanata sunulabilecek en zengin armağan. Evet internet hep vardı fakat şu an sergi, galeri, müze ve saha sunumları için özel detay çekim ve çalışmaları yapılmakta. Sanat algıda değil teknolojide de daha bir evrensel artık.
Dünyada sanat nereye gidiyor?
İki yıl önceye kadar umudum azalıyordu fakat yaşadığımız evlere kapanma süreci sanatçıları inanılmaz yaratıcı bir sürece, emrivaki ile bile olsa sürükledi. Önce depresif bir şekilde sonra da gerçekten fikirler doğduğundan çok tatlı bir seri üretimler silsilesi doğdu. Gör bak bir kaç yıla kalmadan sanata büyük bir boyut geliyor. Çok heyecanlıyım.
Gelecek planların neler?
Iki tane planım var. Bir tanesi dolaşan atölye fikri. Farklı milletten çocukların resimlerini toplamak istiyorum ki önümde beni bekleyen 17 ülke daha var. Bu ülkeleri de bitirip büyük sponsorluklar bulup kalıcı sergi ve koleksiyona dönüştürmek istiyorum.
İkinci planım ise ”canım ne isterse” fikrini birazcık daha uçuklaştırmak ve su ana kadar ”amaaan gerek yok bunu da yapmaya” dediğim ne varsa absürt fikirle dolanmak istiyorum. Kafamda bir şeyler var ama şimdilik paylaşmayayım.
Web: www.qbicart.com/