Röportaj: Neyran GÜNÜÇER
neyran@mutlusonmedya.com
MEKANA KENDİNİ AÇMAK, ONUN SESİNİ DUYMAKLA BAŞLIYOR HER ŞEY…
Sanat etkinliğinin mekan ile ilişkisi üzerine odaklanan YOĞUNLUK, mekanı sanat ürünlerinin sergilendiği bir konteyner olarak değil, bizzat sanatsal üretiminin nesnesi olarak ele alan bir inisiyatif… Sultanahmet Nakilbent Sarnıcı’nda olan son sergileri Su Ruhu’nu izleyip etkilenmemek mümkün değil…
Öncelikle biraz Yoğunluk hakkında bilgi verir misiniz?
İsmail Eğler: Yoğunluk ‘un temel motivasyonu mekandır. Mekandan yola çıkarak mekanın ihtiyacını vermek üzerine kurulu bir inisiyatif. Potansiyeli olan mekanları keşfedip onları açığa çıkarmak… Üç sene önce alt yapısını kurduk. Bir sene boyunca sanat mekanları ve inisiyatifleri üzerine araştırma yaptık. Bu tamamen geliştirme süreciydi bizim için. Son iki sene içinde bugünkü şeklini aldı. Kurucusu benim sonra Elif Tekir ve Nil Aynalı Eğler dahil oldu. Nezih Vargeloğlu da aramıza katıldı. Mimari pratikle sanat pratiklerini bir arada tutuyoruz ve bu ikisini ayırmayı çok sevmiyoruz aslına bakarsanız. Mekanla bizim gibi ilişki kurabileceğini düşündüğümüz ve pratiklerini takip ettiğimiz sanatçıları misafir sanatçı olarak projelerde aramıza alarak çalışıyoruz.
Tüm projeleriniz sanatla mekan ilişkisi üzerine kurulu değil mi?
İsmail: Evet tam olarak böyle. Alt metin derdimiz çok yok. Mekan bize metnini kendi veriyor. Hatta potansiyel metinleri de bize sunuyor ve insanların bunu okumasını sağlıyor.
Sanatçılar hangi aşamada dahil oluyor projeye?
İsmail: Estetik durumu ve genel kurguyu oluşturan çekirdek ekip yani dört kişi. Mesela Nil mimarinin kavramsal ve teorik boyutlarıyla ilgileniyor ve Yoğunluk bir kavramsal çerçeve öneriyor. Sonrasında sanatçıları davet ediyor. Sanatçılarla his geliştirme kısmı başlıyor.
Nezih: Çıkan kavramsal çerçevede sanatçılar mekana giriyor. Deneyerek, ekleyerek, çıkarak en son genel hatlar belli oluyor.
Buşra sen Yoğunluk inisiyatifinin ikinci sergisinde yer alan misafir sanatçısın, nasıl dahil oldun bu projeye?
Buşra Tunç: Üretimleri mekandan kopuk ve bağımsız düşünmeden, mekanın atmosferine özgü işler yapmaya çalışıyorum. Kurulduğu mekana göre form değiştiren yapılar kurma çabasındayım. Bu bağlamda Yoğunluk ile bakışımız ve algımız çok benziyor. Yoğunluk ’un sanatsal üretimleri mekandan ayırmıyor oluşu çok değerli başlı başına. Bu sergi için bir araya geldik. Ben dahil olduğumda mekan bulunmuş ve su ana karakter olarak belirlenmişti. Serginin kurulum ve yapım süreçlerini birlikte geçirdik.
Yani siz mekana göre sergiler düzenliyorsunuz değil mi?
İ: Kesinlikle, önce mekan bulunuyor sonra o mekana karşı hislenebilecek insanlar… Sonra proje ortaya çıkarılıyor. Su Ruhu sergisi bulunduğu sarnıcın hikayesine göre oluşturuldu. Bu sarnıç zamanında su depolamak ve insanların temizlik için girdiği karanlık bir yer. Fakat günümüzde aydınlatılarak galeriye dönüştürülmüş bir mekan. Biz mekanın hak ettiği, eski değerini yeniden canlandırmak için suyu mekana yeniden çağırdık. Suyu gerçekten komple dolduramayacağımız ve eskisi gibi anlamlı olmayacağı için suyun ruhunu çağırdık.
B: Mekanın özünde ne olduğunu ortaya çıkarmak ve onu dinleyip bir kurgu yaratmak değer ve anlamı yaratıyor. Zamanında su için yapılmış, gün ışından bağımsız ve sadece suyun olduğu bir mekan var. Süreç içinde su burayı terk ediyor. Biz en başından başlayarak terk etme noktasına kadar olan sürecin hissiyatını yaratıyoruz. Suyu başka bir formda sunuyoruz izleyene. Tekrar su doldurmak değil ama o duyumsallığı yaratmak değerli olan bence. Suyu zerrecikler halinde mekana vererek yine bize dokunan bir su haline getiriyoruz. Suyun görünür ve hissedilebilir olmasını da ışık kurgusuyla sağlıyoruz. Suyun içinde olma hissiyatını yaşatan bir hale dönüşüyor böylece.
Esasında tüm sergi bir teknikle yürüyor?
B: İlk nokta o hissiyatı oluşturmaktı. Sonra bunun tekniklerini arama yoluna gidiyoruz.
İ: Bu aşamada oluşturmak istediğimiz hissi hangi teknikle ve nasıl gerçekleştirebiliriz öncelikle bunlara bakıyoruz. Kullanılacak dinamiklerin saha araştırmasını yapıyoruz sonra.
B: Her seferinde sıfır noktasından başlıyor olmak önemli çünkü özde olan şey mekan. O her değiştiğinde ona uygun teknik ve uygulama yöntemleri de değişiyor. O hissiyatı yaratacak tekniği birçok deneme ve deneyle yakalamak yoluna gidiyoruz.
Bu sergide kullanılan teknik alt yapı nasıl çalışıyor?
İ: Bu sergide üç tane ana karakter var esasında; su, ışık ve ses…
B: Önce suyu mekana nasıl dolduracağımız önemliydi. Yoğunluk ‘un ana konseptini kurduğu bir alt yapı var bu noktada. Mekanı su doldurmak ve aynı zamanda insanların bunun içinde var olmalarını sağlamak. Suyu çok ufak zerreciklerle vermek için gerçek suyu noktalardan atış yapıyoruz. Bu da suyu sis haline getiriyor.
Sergiyi gezerken su bize dokunuyor aslında?
İ: Evet gerçekten su veriyoruz. Üç farklı madde var sergide ve bu üç katman için altı kanal kullanıyoruz. Bu teknik alt yapı içinde yedi tane kocaman sinema ışığı var. Bu mekanın kaldıramayacağı bir voltaj olduğundan tüm elektrik sistemi değişti mesela.
B: Bu güçlü ışıklar suyla sis haline geldiğinde etkisi her seferinde değişen bir ışığa dönüşüyor. Hiç ortama su verilmediğindeki ışığın şiddeti ile belli seviyede verildiğinde ışığın şiddeti başka oluyor. Temel olarak bunu kullanıyoruz aslında…
Bu sergi temelinde ciddi bir matematik barındırıyor yani?
İ: Evet tabi, bu çok kilit bir nokta bizim için. Her anında matematik olan bir iş bu…
B: Burada bir döngü var. Başa dönse bile günün ilk başlangıcındaki etki ile gün sonundaki etki aynı olmuyor. Çünkü mekanda hiç su yokken başlayan süreç gün sonuna doğru mekandaki su arttıkça ki gün boyunca o sis hep mekanda oluyor ve gün sonunda biriken su artmış oluyor, yoğunlaşıyor. Dolayısıyla ışığın şiddeti değişiyor. Günün başında, ortasında ve sonunda sergiyi gezmek arasında fark oluyor. Günün belli zamanlarında belli hissiyata varıyor olması, bu kontrol edilemezlik bence değerli.
İ: Bu küçük bir fark çünkü bunu dengelemek için de çok uğraştık ve elimizden geldiğince azaltmaya çalıştık. Sisin sıklığı ve seviyesini içeren üç tekrar var sergide. Bu tekrarlarda sistem hep farklı çalışarak bir denge sağlıyor.
B: Bu zaman kurgusunu yaratmak önemliydi. Mekanı suyla dolduruyoruz ama ne kazar süre dolduruyoruz. Başka bir eleman ne zaman nerede ne kadar kalacak ? Yirmi dakikalık bir senaryoda elemanların girme ve kalma noktaları da çok önemli.
İ: Sergen Tertemiz otomasyon sistemini yaptı ve bunun için bir yazılım geliştirdi.
Teknik olarak sizi en çok zorlayan ne oldu?
B: Suyun dolup boşalma hareketini kurgulama kısmı önemliydi. Işığı paralel bir düzlemde, paralelliğini hiç bozmadan su yüzeyinde bir hareket oluşturmak için teknik kısmını çözmek ve araştırmak önemli bir uğraştı bizim için. Bunu yaparken de hem ışık hem de mekanizma olarak tümüyle gizlenen bir sistem oluşturmak…
İ: Bu teknik dışında o hareketi vermek neredeyse mümkün değil.
N: Ses de önemliydi. İçeride çalışan bir ses motoru var. Onun sesini sıfırlamak için tüm ses dosyaları filtre edildi. Ters algı oluşturmak üzere tekrardan işlendi. Mekanda normalde bir motor sesi var ama bunu duymuyorsunuz.
B: Dijitaliz bir su hissi yaratan ve gerçekte mekanda olan su sesi var. Bir tanesi dijital ve yukardan gelen ses bir tane de kaynaktan çıkan ve yerden gelen su sesi… Ayrıca bir de mekanın kendi su sesi var. Bunlar ayırt edilemiyor.
İ: Teknik detaylar mekanda bir süre sonra önemini kaybediyor.
B: Hepsi bir bütünsellik oluşturuyor ve bir birine karışıyor. Çift taraflı bir döngü durumu bu…
Günün farklı saatlerinde farklı hissiyatlar yakalamak mümkün yani? Hangi saatlerde sergiye gelinmesini tavsiye edersiniz?
B: Yoğunluk ‘un temel kurgusunda olan mekanın çevresinden bağımsız olmadığı. Sarnıç yer altında ve gün ışığı almıyor. Merdivenlerden ilk indiğinizde hem kokusu hem hissiyatı ile başka bir zamansallığa giriyorsunuz. Gündüz yer altına inmekle akşamdan karanlığa geçmek arasında mutlaka fark oluşuyor.
İ: Sergiyi akşam gelip deneyimlemenizi çok isterim. Çünkü akşam etkisi çok daha fazla oluyor. Bir de yalnız gelmenizi tavsiye ediyorum.
Esasında Önemli Olan Mekanın Anlatmasını Sağlamak …
“Bizim derdimiz ve sorduğumuz sorular genelde aynı. Mekan ve mekanın özelliklerini çıkartarak belli bir sanat durumuna çevirme. İzleyene deneyim kazandırma. Hangi teknikleri ve türleri kullanacağımızı bize mekan söylüyor. Hatta çekirdek ekibin dışında katılacak sanatçıları da belirleyen mekan” diyor Yoğunluk… Fikirlerinin bu kadar zenginleşmesinin sebebi farklı disiplinlerdeki sanatçıların bir araya gelmesiyle oluyor… Ekip fizikçi, mimar, sinemacı, sergi tasarımcısı gibi farklı kollarda çalışan kişilerden oluşuyor. Mekanın özüne inmekle ilgilenen sanatçılar: “Mekanla birlikte bir şey söylemek gayemiz. Ona söylettirmek esasında önemli” diyor…
Serginin teknik kurgusunu düşündüğümüzde izleyenin mekanda kalması gereken süre nedir?
B: 20 dakika ve fazlası. Mekan kalabalıksa tekrar gelme ihtiyacı hissedip bir daha gelenler oluyor ayrıca.
İ: “Bir bakıp çıkalım” diyeceklerin hiç gelmemesini tercih ederiz. Bunun anlamı yok çünkü.
B: Bu bakılıp geçilebilecek bir sergi değil. Hatta sergi lafına da mesafeliyim. Bu sergileme değil içinde bulunma hali. Mekansal deneyim üreten bir oluş… İzleyici kavramı da bizim değiştirdiğimiz bir şey oluyor böylece. Gelenler izleyen olmaktan çıkıyor ve işin parçası oluyorlar. İnteraktif bir durum var burada. Sizi algılayan teknik olarak bir şey yoksa bile size tepki veren bir durum var. Bedene değen su ve ikinci katman olarak ses bu halin önemli parçaları. Ses sadece duyulan bir şey olmaktan öte bedeninizle hissedebileceğiniz bir hal alıyor. Yüksek frekanslarda bas kullandığımız için bu zemini ve mekanı titreştiriyor. Siz sesi hissetmiş oluyorsunuz. Bu yolla bir interaktifte kurulmuş oluyor.
İ: Bedensel deneyim demek daha doğru olabilir. Yoğunluk hep mekanla boğuştuğu için o daha bilenen bir şey ama bedensel deneyim burada daha yeni bir kavram aslında bizim için… Reaktif diyebiliriz. Mekan size bir şey veriyor ama siz ona geri bir besleme vermiyorsunuz. Sergi demektense mekansal ve bedensel bir deneyim diye adlandırmak daha doğru geliyor bana.
Geri dönüşler nasıl peki?
B: Bizim oluşturduğumuz kurgu bence çalıştı. Bunun üzerine hepimizin kendi kişisel deneyiminden kaynaklanan başka katmanlar da eklendi. Herkesin hissiyatına göre başka şeyler oluşup dallanıp budaklandı…
İ: Hiç aklımıza gelmeyen şeyleri söyleyenler oldu. Bu tamamen mekanın getirdiği bir durum. Mekan o kadar değerli ki minimum müdahale ile maksimumu alabildik. Teknolojiyi çok daha fazla kullanabilirdik ama bunu tercih etmedik. Etkiyi maksimize etmekti önemli olan…