Memduh Kuzay’la 2-13 Ocak’ta Ankara Still Life Sanat Galerisi’de açılacak sergisi üzerine konuştuk. Aslı Kutlucan Kaptan
Memduh Kuzay; 1957 yılında doğdum, 4 yaşımda, köyümün beyaz badanalı evlerin duvarlarına, meşe kömürü ile gizlice resim yapmaya başladım ve hala resim yapmaya devam ediyorum, bu zaman içinde, tüm dünyada sahibini bulmuş onbinin üzerinde eser ürettim, yolculuk aynı enerjiyle devam ediyor.
İlk olarak okuyucularımız için sanatsal yolculuğunuzdan bahseder misiniz?
Sanatsal yolculuğum, 4 yaşımda doğduğum Çerkez (ben çerkez Kabarde orjinliyim) köyümde başlayıp, eğitim süreci içinde Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümü’nü bitirerek yol aldığım Avrupa, Amerika derken şimdi kendi atölyemde İstanbul’da devam ediyor.
Yaratım süreciniz nasıl geçer?
Sanatın hangi alanıyla uğraşıyorsanız; bu sizing yaşam biçiminiz olmalı dolayısıyla yaratım süreci ayrı bir plan ve zaman olmuyor; o hep hayatınızda ve yaratılmış haldedir… Sadece her bir yapıt sırasını beklemektedir ortaya çıkması için…
Türk Modern Resim Sanatı’nın son dönemdeki başarılı isimlerindensiniz. Siz resminizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Sanat eseri yaratmanın olmazsa olmazı başkalarına benzememektir. Bu evrensel doğru disiplini, araştırmayı ve herşeyden önce bilgi gerektirir, bu saydığım mayalarla yoğrulmuş hamurumun (resmimin) tanımı; kendi orjinal tekniğim ile bilgiyi birleştirerek, aynı şeyleri tekrarlamadan yaptığım ve evrensel kabül görmüş bir yolculuktur.
Uzun yıllar Amerika’da yaşadınız. Amerika sanatçı olarak size nasıl bir deneyim kazandırdı?
1985 yılında okulu derece ile bitirip Amerika Birleşik Devletleri’ne gittiğimde kendimi ‘iyi ressam’ sanıyordum, oradaki ‘gerçek sanat dünyasını’ görünce, bir hiç olduğumu anladım. Özgürlüğün, rekabetin ve büyük mücadelelerin kişiyi yoğurması gerçeğini bana Birleşik Devletler’deki bulunduğum süreç kazandırdı.
2001’de Chicago’da “Outdoor Show” da “En iyi Sanatçı” ödülünü aldınız. Ödülün sizin için anlamı ne oldu?
Outdoor; ilk anda açıkhava sergisi gibi algılanabilir, aslında oldukça ciddi uluslararası adı olan sanatçıların katıldığı bir organizasyondu, yapılan seçmede beni birinci seçtiler, ben bunu çok büyük başarı referansı olarak görmememle birlikte önemsizde asla görmüyorum.
Türkiye’de sanatın bugünkü durumunu nasıl algılıyorsunuz? Sanat hakettiği yerde mi?
Dünyanın hiç bir yerinde, ‘sanat’ hak ettiği yerde değil; ancak birçok dünya ülkesinde bizden çok daha iyi durumdalar. Rönesans’ı yaşamamış olan ülkemizde durumun çok altlarda olması beni şaşırtmıyor, ülke sanatının uluslararası platformlarda yer alabilmesi için; her şeyden önce sıkı bir devlet politikası gerekmektedir. Sanat uygarlığı işaret eder, ulu önder Atatürk boşuna demedi onca sözü, bir şeyi hak etmek için önce onu sevmeniz gerekir.
Resimlerinizde en çok hangi imgeleri kullanıyorsunuz?
Resim ciddi matematik bilgisi gerektirir, bu disiplin içinde yapıtlarımda konsepte göre bir çok imge kullanırım, çoğunlukla canlı olanlarla haşır neşirim.
Sanat aslında hiç söylenmemiş olanı söylemek değil midir? Pekala sanatta taklit, tekrar konusunda ne düşünüyorsunuz?
Bizim en büyük hatamız ve problemimiz ‘kopyacılıktır’. Fazla eser üretmenin yanlış olduğu gibi cehalet kokan iddia sahibi bir ortam, kolaycı sahtekarlar üretir, sanat üretmek yerine kolayca zengin olmayı hedefleyen ve çeşitli sahtekarlıklarla popilerite peşinde koşanların en büyük ‘jürisi’ tarih olacaktır.
Bu konuya fazla girmeden şu yaşanılmış örnekle bitireyim; 60’lı yıllardı sanırım, Avusturya hükümeti bizim akademi hocalarımızı ‘Türk Resim Sanatı’ ile ilgili bir resim sergisi için Viyana’ya davet eder, sergi açılışı yapılır ve ertesi günü Viyana gazetelerinde şu başlık atılır; ‘Türklerin İkinci Viyana Bozgunu’.
Çünkü eserlerin çoğu özgürlükten uzak beceriksizce kopya eserlerdi.
Resimlerinizde çok coşkulu, renkli bir dünyanın kapılarını aralıyorsunuz. Hayal ettiğiniz bir hayatı mı tuvale aktarıyorsunuz?
Her sanatçı tabii ki her rengin olduğu bir dünya istemelidir, matematikle hayalin birlikte yoldaşlığı bizleri dünyamıza yaklaştırıyor…