Şöyleşi: Şule Özbahar / sule@suleozbahar.com
1964 yılında Aksaray Sarıyahşi’de doğdu. 1984-1988 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümüne girdi ve mezun oldu. 1988-1990 yılları arasında, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Heykel Ana Sanat Dalında Yüksek Lisans Eğitimini kazandı ve tamamladı. 1990-1993 yılları arasında, Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Heykel Ana Sanat Dalında Sanatta Yeterlilik derslerini özel öğrenci olarak aldı ve Atatürk Üniversitesi Kâzım Karabekir Eğitim Fakültesi Resim Bölümü Heykel Ana Sanat Dalında Araştırma Görevlisi olarak göreve başladı. 1993-1997 yıları arasında, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Klasik Arkeoloji Ana Bilim Dalında “Hellen Roma Roma Dönemi Yontu ve Kopya Teknikleri” konulu tez ile Doktora eğitimini tamamladı. 1998 yılında, Atatürk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Öğretim Üyeliğine atandı. 1998-2000 yılları arasında Atatürk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Heykel Bölümünü kurdu. Lisans ve Yüksek Lisans Eğitimini başlattı. Temel Eğitimi Bölümünü kurdu ve başkanlığına atandı. Temel Eğitimi Bölümü, Temel Sanat Eğitimi Ana Sanat Dalı Başkanı ve Heykel Bölüm Başkanı oldu. 1999-2002 yılları arasında, Atatürk Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Yardımcısı, 2009 yılında Doçent, 2014 yılında Profesör, 2016 yılında Dekan oldu. Sanatçı 18 kişisel sergi açtı, on ödül aldı. Yüz ellinin üzerinde ulusal, yirminin üzerinde ulusal ve uluslararası uygulamalı sempozyum bianel, ellinin üzerinde uluslararası sergilere katıldı ve yirminin üzerinde çeşitli sanat organizasyonları gerçekleştirdi. 2018 yılında halen sanatçı, Atatürk Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümünde Öğretim Üyesi ve Bölüm Başkanı Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı olarak çalışmalarına ve sanatsal üretimlerine devam etmektedir.
Kendinizi 3 boyutlu tasarımlarla ifade etme biçiminizi ilk ne zaman farkettiniz veya farkedildiniz?
O zamanlar Ankara’nın Şereflikoçhisar ilçesine bağlı Sarıyahşi Kasabası’nda kalabalık bir ailenin sondan üçüncü çocuğuydum. Annem killi topraklardan çok güzel tandır yapardı. Ben de annemden çok etkilenirdim. Oyun alanlarımız çevremizdeki derelerin killi topraklarıydı. Arkadaşlarımla kilden mimari yapılar (köprü, ev), hayvan ve insan figürleri yapardık. Şimdilerde hatırlayanlar azdır, çelik çomak oynardık. Hayvanları tarardık ve yünlerinden top yapardık. Bütün oyun aletlerimizi de doğal malzemelerden yapardık. İlkokul birinci sınıfta Ayzın hocamız ve diğer öğretmenler voleybol oynarlarken benden onların resimlerini çizmemi isterlerdi. Natürmort yapmaya başlamıştık. Desenim çok beğenilirdi ve her seferinde panoya asılırdı. Ne zaman ki boyaya geçtik, o kısımda hep eleştiri alırdım. Üçüncü sınıftan sonra öğretmenimiz değişti. Rahmetli Ahmet Öztunç esprili bir şekilde, desenimin güçlü olduğunu fakat renge pek girmememi söyledi. İleride bir heykeltraş olacağımı anlamış olsa gerek. Orta iki’de Burdur’a taşındık. Bu arada babam Almanya’da çalıştığı için, yılda bir ay görebiliyorduk. Bizim Türkiye’de okumamızı istemişti. Arif Abim çok iyi resimler yapardı. Ondan da çok etkilendim. İlkokul öncesi Atatürk portreleri ve heykelleri yapardım. Bir yıl Burdur’dan sonra, orta üçü Ankara’da tamamladım. Liseyi de Etlik Lisesi’nde bitirdim.
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü Prof. Remzi Savaş Atölyesi’nde lisans, lisansüstü ve sanatta yeterlilikte de yine aynı hoca ve sonrasında özel öğrenci olarak eğitim aldınız?
Abim Arif Bulat Gazi’de Hasan Pekmezci Atölyesi’nden mezun olmuştu. O beni Gazi’ye yönlendirdi. Sınavlarına girmeden önce, eski Gazi’nin atölyelerini gezdim ve ortamdan çok etkilendim. O sene Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Adnan Turani öncülüğünde kurulmuştu. Oranın da sınavlarına girdim ve heykel bölümünü kazandım. Kuruluşunun ikinci yılında girdim, dolayısıyla Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nin ikinci dönem mezunuyum. Güçlü bir hoca kadrosuyla eğitim aldık. Mesela Nuri Abaç’dan teknik resim dersi, Adnan Turani’den desen eleştirileri, Zafer Gençaydın’dan sanat sosyolojisi, Kaya Özsezgin’den Sanat Tarihi, Sıtkı Erinç’den Estetik ve Sanat Felsefesi ve Sanat Psikolojisi, Mete Demirbaş’dan metal, Mümtaz Demirkalp’den ahşap, Bora Türkkan’dan taş, Refa Emrali’den heykel teknolojisi dersleri aldık. Zafer Gençaydın arada bir desen derslerimize gelip, eleştiri yapardı. Atölye hocam Remzi Savaş ile ikinci sınıfın başlarında, bir gün atölyenin kapısında karşılaştık. Ben o zamanlar, gençliğin de verdiği heyecanla okulu biraz aksatıyordum. Sana üç şans veriyorum dedi. Biri “gel çıkalım, dövüşelim, ama tavsiye etmem seni ezer geçerim.” İkincisi; “ya defol git.” Üçüncüsü ise; “bu işi adam gibi çalışarak yap” dedi. Hocamın o konuşmasından sonra, atölyeden el arabasını aldım ve Beytepe’nin bütün doğal taşlarını topladım. Atölyede taş heykel yapmaya başladım. Beytepe’deki yurttan bazen kaçarak, geceleri dahi çalışıyordum. Bir keresinde kapı anahtarımız yoktu. Pencereden kaçak girdik. Sabah olduğunda Mete Demirbaş hocamız ve Grafik Bölümü’nden Hasip Pektaş Hoca’ya yakalandık. Hasip Hoca bize imrendi ve ne güzel keşke benim öğrencilerim böyle azimli olsalardı, gurur duyardım dedi. Remzi Savaş’ın akademisyen yönü çok güçlüydü. Bizlere de sanatçı idealizmini çok iyi aşıladı. Altyapımız çok sağlam olduğu için özgüvenimiz çok yüksekti. Hocamın Ostim’deki atölyesinde birçok anıtsal heykellerin de asistanlığını yaptık. 1988’de başarı ödülü alarak, derece ile mezun oldum. Sonrasında yüksek lisans eğitimi süresince yine aynı tempo ile çalışmalara devam ettim. Bu arada yarışmalı sergilere katıldım. Bir yandan da karma sergilere katılmaya başladım. Lisans döneminde ilk heykelimi koleksiyoncu Av. Nevzat Boztaş satın aldı. Bu daha da çok çalışmam için müthiş bir teşvik oldu. Master’ım bitiğinde, sanatta yeterlilik sınavını kazanamayınca özel öğrenci olarak devam ettim.
Türkiye’nin doğusunda Erzurum’da, Atatürk’ün emriyle kurulan hala en iyi devlet üniversitelerinden biri olan Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Resim Bölümü’nde 91-97 yıllarında heykel ana sanat dalının ve 97-98 yıllarında aynı üniversitenin Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nün kuruculuğunu gerçekleştirdiniz?
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nde özel öğrenciyken, Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şerif Aktaş’ın daveti ile 1991’de asistanlık sınavına girerek kazandım. Orada akademik anlamda heykel bölümünü Recep Özer ve sonradan Azebaycan’dan gelen heykeltraş Korkmaz Sucaddinov ile kurduk. Üç dönem mezun verdik. O zamanki Güzel Sanatlar Fakültesi Dekan Prof. Dr. Sevim Sağsöz, 1997’de öğrenciyken, Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel bölümünü kurmak için önce eşim Serap Bulat’ı asistan olarak Fakültesine asistan aldı ve sonrasında beni çağırarak bölümü kurmamı istedi. Ben de bir doçent getirmesini istedim. Türkiye’den doğu olduğu için, kimse istemedi. O yüzden Bakü Devlet Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden Doç Dr. Görüş Babayev’i davet ederek başlattı. 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Prof. Cengiz Çekil’in öğrencisi Yarkın Biçer’den oluşan dört kişilik kadro ile 1999-2000 eğitim-öğretim döneminde eğitime başladık. 2004 yılında ilk mezunlarımızı verdik. Mimar Sinan Resim Heykel Müzesi Halil Dikmen Salonu’nda ilk mezuniyet sergimizi yaptık.
Nene Hatun’un memleketi olan ve bir zamanlar Doğu’nun Paris’i olarak nitelendirilen ve oldukça eski bir yerleşim birimi olan dadaşlar diyarı Erzurum’da sanat?
1993 yılından itibaren eğitim fakültesi öğrencilerimizin katılımılarıyla Kar Heykel Yarışmalı Sempozyumları Palandöken Dağı’nın eteklerinde gerçekleştirdik. Bunları takiben 94-95-96-98-2000-2002-2003’de tüm hazırlıklarımıza rağmen Irak Savaşı krizinden dolayı yapılamadı. 2007 yılında Türkiye’deki Erasmus ile gelen yabancı öğrencilerin katılımyla uluslararası bir boyut kazanmıştır. 2012- 2013-2014 Winterfest (Kış Festivali) belediye ile ortaklaşa yarışmalı etkinlikler Erzurum’da sanat düzenlendi. Cumhuriyet dönemi sonrası inşa edilen ve Kültür Bakanlığı’na bağlı Resim Heykel Müzesi, kültür merkezi, resim heykel galerisi, bundan bir önceki belediye yönetimi Ahmet Küçükler zamanında, 2013-2014 yıllarında içlerindeki seramik fırınları da dahil, tahrip edilerek çöpe atıldı. Müzedeki 300’e yakın resmi Ankara’ya taşıdılar. İşte maalesef bu içler arası durum bizleri derinden etkiledi. Yerine modern bir çağdaş sanatlar merkezi yapılacak diye ummuştuk ama gerçekleşmedi.
Sonrasında güzel haber bir önceki vali Ahmet Altınparmak zamanında Erzurum , Atatürk’ün kongre yaptığı binanın alt katını Resim-Heykel Müzesi’ne tahsis ederek oranın tadilatını ve Ankara’ya giden eserlerin geri dönüşünü sağlamaya yönelik düzenlemelerle geçildi. Şimdiki Vali Seyfettin Azizoğlu’da bu işi sonlandırmaya çalışıyor. Böylece Erzurum, Türkiye’nin en büyük Resim-Heykel Müzesi’ne kavuşacak. Üniversite bünyesinde bir sanat galerisi var. AVM’lerin içerisinde sanat etkinlikleri oluyor. Bankalara şahsen yazılı olarak çağrıda bulundum. Direk gidip müdürlerle konuştum ama sonuç sıfır. Anlayamadığım şey şu;sanata yapılan yatırım, devlet nezdinde vergiden muaf! Sanat desteklenmez ise ne kültür kalır, ne de duyarlı ve bilinçli bir toplum…
Heykellerinizi tasarlarken nelerden besleniyorsunuz? Çalışmalarınızın plastik dilinden söz eder misiniz?
Ben yaşadığım toplumdan ve kültürden etkileniyorum. Onlara göndermeler yapıyorum. Anadolu, dünyanın en zengin kültür yapısını içinde barındıran, farklı medeniyetlerin hüküm sürdüğü bir coğrafyadır. Bu coğrafyanın mirascıları olarak hem kendim besleniyorum, hem de öğrencilerime aktarmaya çalışıyorum. Çalışmalarımda bir kavramı ele aldıktan sonra, onun bir ön tasarımı hazırlık olarak eskizini yapıyorum. Soyutlamaya dayalı işlerim genelde doğa üzerine yoğunlaşır. Fakülte yıllarımda olması gerektiği gibi daha klasik çalışmalar ortaya koyarken daha sonraki aşamalarda kendi dilimi oluşturmaya başladım. Nasıl bir insanın konuşma dili kendine özgü ise, heykeldeki anlatım dili de aynı özellikleri taşımalıdır.
Metropollerdeki sanat ortamarına uzak olmanızdan kaynaklanan sorunlar nelerdir? Sanatın merkezi olan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kentlerle sanatsal etkileşimleriniz söz konusu mu?
Çeyrek asırdır Erzurum’da plastik sanatlar alanlarını yaygınlaştırmak ve kurumsallaştırmak için büyük mücadele vermekteyiz. Şu anda Ortadoğu’nun ve Kafkaslar’ın donanım ve insane kaynağı olarak en büyük Güzel Sanatlar Fakültesiyiz. Biz çevre illere (Erzincan, Bayburt, Kars, Ağrı, Ardahan ve Erzurum’un çevresindeki ilçelere) sanatımızı yapılan workshoplar ile, sergilerle, sempozyumlarla yaygınlaştırıyoruz. Sergilerimizi ve workshoplarımızı İstanbul, Ankara ve İzmir gibi, hatta Anadolu’nun birçok şehrine, bir de Kuzey Kıbrıs’a, kısacası güneşi doğudan doğuyor ve batıyı aydınlatıyor. Ama maalesef İstanbul, Ankara ve İzmir içe kapanık bir yapı sergileyerek hiçbir aktivite yapmıyor. Ne bir öncülük, ne bir organizasyon… Şöyle bir önerim var. Mesela batıdaki Güzel Sanatlar Fakülteleri’ndeki öğrencilerin Farabi kontenjanları arttırılarak, öğrencilerin batıdan beslenmeleri sağlanmalıdır. Örneğin, oradaki müzelerden, sanat galerilerinden, sinema, tiyatro, bale, klasik müzik gibi sanatsal etkinlikleri yaşayamamış çocuklar var. Batıdakiler de doğudaki yaşam koşullarını görerek, her iki tarafında vizyonlarının genişlemesi sağlanmalıdır. Bunların dışında yurtdışı Erasmus programlarının da daha aktif olması için yabancıları veya dil bilen hocaları getirerek, öğrencilerin yabancı dil konuşabilecek seviyeye gelmesi sağlanarak kaliteyi arttırabiliriz.
Hem meslektaşınız, hem de çalışma arkadaşınız olan heykeltraş Serap Bulat ile evlisiniz. Aynı meslekte olmanızın avantaj ve dezavantajları?
Eşim Serap’la Hacettepe’den tanışıyoruz. Ben yüksek lisans yaparken, O lisansa başlamıştı. İkimizde Remzi Savaş Atölyesi’nden mezun olduk. Ben 91’de Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde çalışmaya başladım. Serap’la 94’de evlendik ve ardından O da Erzurum’a geldi. 96’da G.S.F. Heykel Bölümü’nde asistan oldu. Yirmibir yıldır aynı kurumda çalışıyoruz. Kendi serbest çalışmalarımız için okuldaki atölyeleri kullanıyoruz. Çok emek harcadık, çünkü herşeyi sıfırdan başlayarak oluşturduk. İyi tarafları, birbirimizin işlerini farklı gözlerle eleştirebiliyoruz. Birbirimizden etkilenmediğimizi işlerimizden de görebilirsiniz. Eğitimimizde, aynı ekolden geldiğimiz için çatışma da söz konusu değildir.
Uluslararası sempozyumlarda ve Türkiye’nin çeşitli illerinde olan anıtsal heykel çalışmalarınızdan bahseder misiniz?
Kıbrıs’taki Yakın Doğu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Tasarım Bölümü’nde üç adet çalışmam var. Güneş Saati, Değirmen Taşı ve Kapı. Bodrum’da iki adet anıt heykelimden biri Halikarnas Prensesi Ada (Bodrum Belediyesi yanı), diğeri de Murat Balkan’a ait Aspat Beach’de Aspatlı Kız Heykeli, Sivas’da Cumhuriyet Üniversitesi İletişim Fakültesi önünde travertenden Selçuklu Anadolu Kadını Heykeli, Adana’da Güneş Saati ve Zaman (Sabancı Camii’nin bulunduğu parkta), Malatya’da Türk Bilgeler Sempozyumu’nda yaptığım Hacı Bektaş-i Veli Heykeli, Battalgazi’de Selçuklu Çift Başlı Kartal Heykeli soyutlaması ve Zaman, Erzurum’da rektörlüğün önündeki Çift Başlı Kartal traverten, yurtların öünündeki
Çift Başlı Kartal soyutlaması, fuar alanında Dört Başlı Kartal Heykeli ve lojmanların önündeki Güneş Saati. Türk heykel sanatının ivme kazanabilmesi için sizce neler yapılmalıdır?
Sanata ve sanatçıya, özellikle genç kuşaklara destek verilmelidir. Onlara imkan, olanak ve ortamlar hazırlanmalıdır. Ulusal ve uluslararası platformda (Devlet veya kamu özel kuruluşlar tarafından) yapılan organizasyonlara genç yetenekleri yollayıp, ülkemizin tanıtımı sağlanmalıdır. Aynı durumun benzeri ülkemizde de yapılarak, bu tür organizasyonların sürekliliği sağlanmalıdır. Sanat eğitiminin anaokulana kadar taşınması gerekmektedir. Çünkü yaratabilen, düşünen, tasarlayabilen beyinleri yetiştirdiğimiz zaman gelecekte hızla gelişen teknoloji karşısında mücadele etmeleri ve varolabilme ve ülkemizi refah devletler seviyesine çıkarabilmek kesinlikle sanat eğitimine bağlıdır.