Suna Özkalan
1936 Kayseri doğumlu olan sanatçı, resim çalışmalarına 1965 yılında Türk-Amerikan Derneği resim kursları ile başlar. 10 yıl kadar süren bu çalışmalarında, Lütfü Günay ve Refik Ekipman’dan resim, Prof. Lingren’den gravür dersleri almıştır. 1968 yılında İmren Erşen, Necla Özbay, Nurtaç Özler, Gülsen Erdoğan ve Sezen Palabıyık ile birlikte kurdukları “Altılar Grubu’na” daha sonra Tayyar Eren ve Lütfü Çetin de katılmıştır. İlk dönemlerinde uzun süre desen ve nü üzerine odaklanan Suna Özkalan, 1970 sonrasında Ankara Altındağ gecekonduları ve özellikle Foça kasabasını tuvallerine aktarmıştır. Yaklaşık 20 yıldır ise Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası provalarını izleyerek resme dökerken bir yandan da Lütfü Günay’la başladığı soyutlama çalışmalarını sürdürmektedir.1987’de başladığı heykel çalışmaları da Ankara Sanat Derneği’nin açtığı yarışmada gravürleri ile birlikte ödüle layık görülmüştür. Bunun yanı sıra DYO Resim Yarışmalarında başarı ödülü almış, UNESCO 35 Yaş Yarışması sonrasında eserleri sergilenmiştir. Yurtta ve yurt dışında 50’yi aşkın kişisel sergi ve kızı Filiz Onat’la ortak sergiler gerçekleştirmiş, Birleşmiş Ressamlar ve Altılar Grubu sergilerine katılmış olan sanatçının, yurt içi ve yurt dışında birçok koleksiyonda eserleri yer almaktadır.
Türk Amerikan Derneği’nde Refik Epikman ve Lütfü Günay gibi usta ressamlardan 10 yıl kadar sanat eğitimi aldınız?
Çocukken ki oyunlarımın tümü boyalardı. İlk orta ve lisede hocalarım beğendikleri resimlerimi yarışmalara gönderirlerdi. Ortaokuldaki resim öğretmenim ile seneler sonra Ankara Kadın Ressamlar Derneği’nde bir arada çalıştık ve sergi açtık. Bu, benim için büyük bir onurdu. Henüz 15 yaşındayken bir kaymakam ile evlenip Ordu’nun bir kazası olan Mesudiye’ye taşındık. Çocuk yaşta evlenme hediyesi olarak kocam bana boyalar aldı. Resim yapmaya her zaman devam ettim. Ankara’ya geldiğimizde araştırmalarım sonucu Türk Amerikan Derneğini buldum. Ne kadar şanslıyım ki çok değerli hocalarım olan Refik Ekipman ve Lütfü Günay ile uzunca bir süre çalışma fırsatını buldum. Hem iki çocuğum vardı hem de kayınpederim, kayınvalidem, annem ve evin tüm işleri… Üstüne de her gün ara vermeden resim yapıyordum. Sosyal hayatım yoktu, halen de öyle. Her sabah sanki devlet dairesine gider gibi öğleye kadar iki gazete okurum ( Cumhuriyet ve Sözcü ). Öğleden sonra da bir buçukta resim yapmaya başlarım ve sonu yoktur.
Nü çalışmalarınızın ardından gecekondu temasına geçişiniz nasıl oldu?
Lütfü hoca ile yıllarca canlı modelden nüler yaptım. Sonra peyzaj çalışmaları için sokağa çıktığımda gecekondulara takıldım. Yaz kış, yağmur kar hiç ara vermeden 15 – 20 sene kadar çalıştım. Buzların üstünde ve çamurlarda resimler yaptım. Sonra Allah’a yalvardım; sıcak ve rahat bir yer bulabilmeyi diledim. Yağmursuz, çamursuz bir yer ve hareketli modeller aradım.
Suna Özkalan denince akla senfoni orkestraları geliyor?
Biraz önce söylediğim gibi hareketli model arayışım sonrasında senfoni orkestrası şefi arkadaşımız bizi bir konsere davet etti. Orada aradığım hareketli modelleri bulmuştum. CSO’nun müdüründen onlarla beraber çalışmak için izin istedim. 15 yıl boyunca sabah 9 -11 arası olan provalara gittim.
Son dönem kolâjlarınız, heykelleriniz ve cam altı soyutlarınız Ankara izleyicisi ile henüz buluşmadı sanırım?
Evet. Birkaç heykelime ödül verdiler. Şimdiye kadar çok sergi açtım. Fakat soyut resimlerimi de gün yüzüne çıkartma zamanı geldi diye düşünüyorum. Bu arada İstanbul’da açtığım sergi için şöyle bir yazı vardı; “Soyut resim pek satılmaz diyordunuz ama Ankara’dan gelen Suna Özkalan hepsini sattı.” diye bahsedilmişti.
Ve?
“Müzik kulağı, resim ise gözü terbiye eder.”