Oya Özer’in Tılsımlar Sergisi 01-15 Nisan
Kadim Anadolu kültürünün (Hitit, Asur, Roma, Sümer) unutulmaya yüz tutmuş binlerce yıllık geleneklerinden, dünyanın bir çok yerinde halen kullanılan, inanılan simgesel tılsımların tuval üzerinde yağlı boya tekniği ile sanatseverlere sunulacak olduğu Oya Özer’in Tılsımlar Sergisi 15 Nisan’a kadar devam edecektir.
Manifesto
Sanat, önceleri sanat değil ritüeldi. Sanatçı yoktu, korkutucu bir doğa ve onunla mücadele etmeye gücü yetmeyen çaresiz insan vardı sadece. Sanat tarihinin başlatıldığı yer olan mağara duvarı resimleri sanat değil ‘’av büyüsü’’ydü. Kontrol edilemeyen şeyleri etki altına almanın bir yolu olarak onları büyüleyebilmek umulurdu.
Rastlantıların kendi lehine sonuçlar vermesini, felaketlerin uzakta kalmasını bekleyen insan sadece dilemekle yetinmedi, bu isteme halini biçimleştirdi. Hayvanlara, bitkilere, taşlara başka anlamlar yükledi, onlardan yola çıkarak yeni semboller yarattı. Kendi üzerinde, evinde, yakınında taşıdı onları; yalnız, çıplak kalamadı. Tavus kuşundan yılana, sarımsaktan yoncaya, bazı tılsımlı sözcüklerden bazı düğümlere kadar aklınıza gelen gelmeyen yığınla şey, insanın arzularını elde etmesi yolunda birer sihirli araçtı artık. Tek tanrılı dinler döneminde pagan kültürlerin bu renkliliği azalsa bile yok olmadı.
Büyüyü asıl bozan ‘’akıl çağı’’ olacaktı ama oraya varana kadar koskoca, rengârenk, uçsuz bucaksız bir kültür yaratmıştı insan kendi güçsüzlüğünden, aczinden. Aklın yetmediği ya da kullanımdan geri bırakıldığı yerlerde hâlâ durum çok farklı değil. Daha da yaygın olanı; zamanında doğrudan bir işlevi olduğuna inanılan bu tılsımlı sembolleri, artık çok inanmasak bile süsleme olarak, dekor olarak, takı, tasarım, logo olarak, gittiğimiz yerlerden topladığımız küçük hatıra eşyaları olarak, hele ki bu görsel bombardıman çağında her an, pek çok yerde görebiliyoruz. Değişen dünyanın yeni hedeflerine eski kodlarla gidiliyor hâlâ.
Rönesansla birlikte sanat, zihinsel bir eyleme; sanatçı da yapıtına imzasını atan mühim bir kişiliğe dönüştü. Kötü ruhları uzaklaştırmaya çalışmak, bereket getirmek gibi işlerden daha soylu bir görevi vardı bir takım yüzeyleri boyayan ya da taşları yontan o insanın, evreni kavramaya çalışıyordu. Sanat eserinin biricik, benzersiz ve alınıp satılabilir bir metaya dönüşmesiyse kültürün elden ele dolaşıp çoğalarak var olduğu zamanları durdurup müzelerde, koleksiyonlarda saklamakla sonuçlanacaktı.
Oya Özer’in tılsımlı resimler serisi, burada kabaca bahsedilen çizgisel gelişimi dairesel hale getirerek, işi başladığı yere geri döndürüyor. Modern zamanlara ait dışavurumcu resim anlayışıyla, geçmiş halkların tılsımlı sembolleri üzerine bir araştırmaya girişiyor sanatçı, izleyiciye o tılsımlı sembolleri göstermekle birlikte daha çok o sembolün yarattığı büyülü atmosferi vaat ederek üstelik.
İlkel kabile törenlerinde yaşanan vecd haliyle sürrealistlerin ya da ekspresyonistlerin üretim biçimleri arasında bir paralellik kurulabilir. Özellikle Jackson Pollock’un resimleri, yaşadığı bir takım kendinden geçiş hallerinin izleri olarak da yorumlanır. Oya Özer’in tılsımlı resimlerinde de ressamın resim yapma coşkusuna tanık oluruz. Ela aldığı konuyla iç içe düşünüldüğünde bu durum daha anlamlıdır. İzleyiciyi büyülemeye çalışan, sonrasına yatırım yapan bir tavırdan çok, büyülenmiş birinin tam o üretim anında içinde yaşadığı evrenin betimlemesidir gördüğümüz. İstenen şeyden çok isteme halidir önemli olan.
İnsanın aklına şu soru geliyor ister istemez bu kadar tılsımın içinde: alıp duvarımıza astığımız bir resim bizi kötülüklerden korur mu? Muhtemelen hayır. Sanat insanı felaketlerden korumaz ama düşüncelerimizi arıtıp başka sorular sormamızı, şeylere başka bir yerden de bakabilmemizi sağlayarak bizi daha ‘’iyi’’ insanlar haline getirebilir belki. Bu da hiç yabana atılacak bir ‘’büyülenme’’ değil.
Eşref YILDIRIM