İbrahim Balaban’ın ‘Bahar’ tablosu üzerine Nazım Hikmet’in yazdığı şiir; BAHAR
İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban’ın
İşte şafak vakti Mayıs ayındayız
İşte aydınlık:
Akıllı, cesur, taze, diri, insafsız…
İşte bulut:
Kaymak gibi lüle lüle
İşte dağlar:
Hem de mavi, hem de serin
İşte sabah seyranı tilkilerin
Uzun kuyruklarında ışık,
Sivri burunlarında telaşları.
İşte seyreyle gözüm:
İşte karınları aç, tüyleri diken, ağzı kırmızı
İşte dağ başında kurdun biri.
Kendi içinde duymadın mı sen
Aç kurdun öfkesini sabah vakitleri?
İşte seyreyle gözüm:
Kelebekler, arılar…
İşte kıvıl kıvıl devranı balıkların
İşte bir leylek
Mısırdan yeni gelmiş.
İşte bir geyik; daha güzel bir dünyanın hayvanı.
İşte seyreyle gözüm;
inin önünde ayı, uyku sersemi henüz
Sen aklından geçirmedin mi hiç?
Toprağı koklayarak, ayılar gibi dalgın yaşamayı
Bala, armuda, yosunlu loşluğa yakın,
İnsanın sesinden, ateşten uzak.
İşte seyreyle gözüm: sincaplar, tavşanlar,
İşte kertenkele, işte tosbağa,
İşte üzüm gözlü eşeğimiz, bir ağaç pırıl pırıl
Güzellikte insana en çok benzeyen
İşte çayır çimen:
Girin içine çıplak ayaklarım.
İşte kokla burnum:
Labadalar, ebe gömeçleri.
Ellerim ellerini, dokunun, okşayın, avuçlayın,
İşte anamın sütü,
karımın eti,
gülüşü çocuğumun.
İşte sürülen toprak.
İşte İnsan:
dağın taşın, kurdun, kuşun efendisi.
İşte çırakları, işte poturunda yamalar
İşte karabasan.
İşte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarında öküzleri.
On yıl mapusta yattı ama kaybetmedi
Umudunu Balaban.
İşte Seçköy’ den Ali’nin kızı geliyor al taylarıyla tarlaya- NAZIM HİKMET RAN
Bir mahpushane nasıl sanatçı doğurur? Kişinin özüne dokunmadan, doğru yönlendirmeler ile doğru şekillenir insan. ‘’Her içeri düştüğümde yüreğimde öfke, aklımda bilgi, elimde beceriyle… sanat yolculuğuna devam ettim.’’ sözü sanatçının kendi ifadesidir. Balaban, hayatı boyunca üst üste yaşadığı olumsuzluklara rağmen yılmadan çalışır. Küçük yaşta yaptığı yanlışlar ve onu takip eden talihsiz olaylar zincirleri, ellerine vurulan kelepçe hüznü ile yaşar. Mahpushanede ödediği bedeller, hayat yolculuğunda Nazım Hikmet ile tanışması yaşamında başka bir dönüm noktasıdır. Bir mahpushanede nasıl sanatçı doğulur? Sancısız…
Yüreğinde, vatanına bağlılığı, demir parmaklıkların arasında yorgun elleri vardır. Toprak kokusuna duyduğu özlemden dolayı, paletinde hüznü, kahverengi olur. Harmanlanan toprak kokusu kahverengiye boyanırken, sararmaya yüz tutmadan mahpushanede mayalanır ’’BAHAR’’ resmi olur. Bahar tablosuyla her şeyi, özünü anlatır aslında. Çünkü artık yanında ustası Nazım Hikmet vardır. Şair Baba ‘’Bahar’’ resmini içinde yaşar . Bahar şiiri oluşur. Memleket sevdası dize dize, memleket sevdası renk renk dokunur. Biri memleket sevdasında şiir, biri memleket sevdasında resim olur. Sancısız doğar, Şair Baba ve Balabalizm
Dünden bugüne yaşam hikayenizi anlatır mısınız?
1921 yılında Bursa’nın Seçköy’ünde nakışların içinde doğdum. 1941’de Bursa mahpushanesinde yattığım sırada Nazım Hikmet’i tanıdım ve tam 7 yıl süren bir dostluk geliştirerek ona çırak oldum. O’ndan resim ve sanat tarihi dersleri yanında, felsefe, sosyoloji ve ekonomi politika dersleri alarak kendimi geliştirdim.1950 affıyla, Nazım’la birlikte mahpushaneden çıktım. Çıkarken elimde Nazım’ın her biri adına şiir yazdığı “Bahar” “Mahpushane kapısı”, “Harman” adlı üç tablo ile ayrıca “Doğum”, “Cinayet” ve “Suda Donbaylar” adlı tablolar vardı1950 yılında ilk olarak resimlerim Maya galerisinde sergilendi.1953 yılında ilk kişisel sergimi İstanbul’da açtım. 1961 yılında resimlerimden dolayı altı ay tutuklu kaldım. 1962 yılında “Yeni Dal Grubu” sergimiz kapatıldı ve ressam arkadaşlarımla birlikte tutuklanarak Balmumcu Kışla ‘sına kapatıldım ve Askeri Mahkemece yargılandım. 1969 yılında Adana Sergisi bir gurup gerici-yobaz tarafından basılarak resimleri tahrip edildi. Sonraki yıllarda da defalarca gözaltına alınıp sorgulandım ve yargılandım. Bugüne kadar “Şair Baba’’mın istediği gibi “kan gütmeden” 2000’den fazla tablo ve bunun birkaç katı kadar desen üreterek 50’den fazla kişisel sergi açtım.Birçok karma ve gurup sergilere katıldım. Eserlerim yurtdışında Amerika dahil birçok ülkede sergilendi. İki oğlum, bir kızım ve beş de torunum var. Oğlum Hasan Nazım Balaban da ressamdır; birlikte birçok ortak sergi açtık.
Sanatsal ustalığın gelişimi uzun bir zaman alan ve yoğun bir çalışma gerektiren kişisel bir özellik, sanata olan ilginiz nasıl ortaya çıktı?
Küçüklüğümden beri resim yapıyordum ve Ustam Şair Baba Nazım Hikmet’in beni keşfedip, çıraklığa kabul etmesi bana eğitim vermesiyle sanatım ustalığım ortaya çıktı.
Kendi düşüncelerinizi açık açık dile getirme, sistemsel zorunlu yönlendirmeler, fikir özgürlüğüne duyduğunuz yaklaşım deneyimleriniz, size ne gibi zorluklarla karşılaştırdı?
Defalarca resimlerimden dolayı sorgulandım, tutuklandım, yargılandım. Devlet ve Belediye galerilerinde eserlerimi sergileyecek salon vermediler. Yetmedi sergilerime saldırı oldu, eserlerim tahrip edildi. Ama ben inandığım ve bildiğim sanat yolundan hiç sapmadan Türk halkının resmini yapmaya devam ettim. Çok şükür ki bu günleri gördük.
Eserlerinizi dünden bugüne taşıyan bir üslup ‘’Balabalizm’i oluşturmuş. Balabalizm’in oluşumu nasıl oldu?
’Balabalizm’ adını ilk telaffuz eden Ustam Şair Baba Nazım Hikmet’tir. Ustam mahpustan afla çıkmış, anası Celile Hanım’ın evinde kalıyordu. Beni de İstanbul’a yanına çağırdı. Elimde olan bütün tabloları alarak gittim ve altı ay Ustamla beraber bu evde kaldık. Tabloların paketlerini derhal açıp duvarlara astı şair Baba. ilk sergimi Nazım Hikmet’in evinde açmıştık adeta; duvarlar resimlerimle donatılmıştı. Ev dolup taşıyordu Nazım dostlarıyla. Bir gün Celal Esat Arseven geldi. Celal hoca tablolara bir süre baktıktan sonra: “-Ne desem bilmem ki” dedi. “Kübizm değil, empresyonizm değil, sürrealizm değil, fütürizm değil… Şimdi ben bu ressamın resim tarzına ne diyeceğim?” Nazım Hikmet: “Esat Hoca, illaki bir kulp takmak istiyorsan: Bu resim tarzına da BALABALİZM dersin dedi. Orhan Karaveli, “Yağlıboyayı Nâzım’dan mı öğrendin?” diye soruyor. Balaban, “Evet” diyor; “Bir gün Nâzım bana ‘Yağlıboya tablo yapabilir misin?’ diye sordu, ben de ‘Yaparım’ dedim. Benim yaptığım ‘Dokumacılar’ tablosunu Nâzım İstanbul’a gönderdi, eser iyi bir fiyata satıldı.
Resimleriniz hikayeleri, Edebiyat Tiyatro Sinema alanlarında zaman içinde yerini bulmuş, biraz da farklı sanat alanlarınızdaki başarılarınızdan bahsedelim.
Resim diliyle anlatamadıklarımı yazıya döktüm. Edebi dilim böyle oluştu. Benim ve halkın yaşamı var yine bu kitaplarda. Hemen hepsi yaşanmışlıkları gerçek olayları anlatır. Anılar, denemeler (resim sanatı üzerine), hikayeler ve ikisi roman olmak üzere yayınlanmış 11 kitabım var. 1968 yılında’’ Şair Baba ve Damdakiler ‘’kitabım yayınlandı ve sinema ve tiyatrosu yapıldı. Haldun Çubukçu tarafından tiyatroya uyarlandı. Ayşe Emel Mesci’nin yönetiminde Ankara Devlet Tiyatrolarında aynı isimle oynandı. Bu kitaplarımdan alıntılar yapılarak, referans gösterilerek ya da göstermeyerek birçok kişi yararlandı.’’Aslolan Hayattır’’ adlı tiyatro ve ‘’Mavi Gözlü Dev’’adlı film yapıldı. Bazı kitaplarımın birkaç baskı yaptı. Ayrıca adıma yayınlanmış; BALABAN-yaşamı, sanatı, anılar ve yankılar (Yayına hazırlayan Ahmet Köksal ) Bilim Kitapevi 1990, BALABAN / Yaşamın çizgileri-Desenler (Yayına hazırlayan Remzi Oğuz Yılmaz) Bilim Sanat Yayınları 2004, BALABAN/Yaşantının İzdüşümü (Yayına hazırlayan Zafer E.Bilgin) Bindallı Sanatevi 2008, BALABAN/Bir Ressam Yunus Emre (Yayına hazırlayanlar: H.Nazım Balaban- Zafer E.Bilgin) Bindallı Sanatevi 2009 4 adet kitap vardır.Ustam Nazımla yaşadığımız olayların birçoğu belgesel olarak gösterime girdi.
Nazım Hikmet dost oluşunuzu ve unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?
Ustam Şair Baba ile dost olmamızı ve anılarımızı kitaplarımda yazdım. 7 yıl süren birlikteliğimiz oldu ve bu süre zarfında bir sürü anı var elbette. Onu ilk tanımam Bursa mahpushanesinde oldu; mahpus portreleri yaptığını duymuştum ve portremi yaptırmak için gittim yanına. Resim yapan, şiir yazan birini merak ediyordum. Portremi yaptı, ben de mahpusların karakalem portrelerini yapıyordum. Ayrıca berberlik öğrenmiştim ve berberhanede çalışıyordum. Aynanın üzerine oto portremi asmıştım. Bir gün Nazım Hikmet tıraş olmaya geldi. Oturdu koltuğa “İbrahim senin yeni bir portreni yapmak istiyorum; ilk yaptığım iyi olmadı” dedi. “-Ben sana resmimi yaptırmam.” dedim. Şaşırdı, “-Neden evladım, daha önce yaptırmıştın.” dedi. “Ben kendim yapabilirim.” dedim. Yüzü aydınlandı; “-Benim portremi de yapabilir misin?” “Yaparım.” dedim ve hemen orada Nazın Hikmet’in portresini çizmeye başladım. Daha bitmeden elimden aldı kâğıdı ve: -Müthiş, sen akademi okudun mu? dedi. Akademi ne ki. “Yok” dedim ben. “Lise” “Yok” “Ortaokul” “Yok, bizim köyde üç sınıflı okul vardı.” dedim. “-İstemez, okul mokul istemez.” dedi. Böylece o büyük adam beni bağrına basarak öğrencisi olarak kabul etti.
Nazım Hikmet İbrahim Balaban ile şiir ve resim arasında nasıl bir sanatsal köprü kurulmuş?
Ustam Nazım Hikmet, ben “Memleketimden İnsan Manzaralarını şiirle yazıyorum, sen de resimlerinle ‘’Memleketinden insan manzaraları yapacaksın!’’ derdi. Gerçekten de öyle oldu; ben de memleketimin insanlarının yaşamını resmettim.
Eserlinizden sizi en çok etkileyen hangisi?
Babamın vurulmasının anısına yapmış olduğum “Cinayet” tablosu beni çok etkilemiştir. Bu tablo şimdi Yapı kredi Bankası Koleksiyonundadır ve şu sıralar Galatasaray’daki binada sergilenmektedir.
‘’Hasan Nazım Balaban’’ sizin gibi usta bir ressam. Oğlunuzun sanatsal tercihi nasıl gelişti?
Ustamın adını oğluma verdim. Oğlum, Hasan Nazım Balaban doğduğundan beri. Küçüklüğünden beri resim yapar. Yeteneğini çalışkanlığını genlerinden almış. Ben Nazım’ın o benim çırağım. Üniversiteye kadar okudu.17 kişisel sergisi var ve birçok karma sergide yer aldı.
Dünyada ilk kez gerçekleştirilen, Baba- Oğul sergisi Türkiye’nin birçok yerinde sanatseverler ile buluşuyor. ’Baba ve Oğul ‘’sergi fikrinin çıkış noktası nasıl oldu?
Birçok defa ülkemizin birçok ilinde Baba – Oğul sergileri açtık. Şimdi bir yenisi İzmir’de 15 Aralık tarihinde Ekol Sanat Galerisinde olacak. Bunun çıkış noktası böyle bir durumun olmasından kaynaklandı sanırım ve elbette resimlerimizin birbirini tamamlamasından. Şimdi bir yenisi İzmir’de 15 Aralık tarihinde Ekol Sanat Galerisinde olacak.
Baba ve Oğul arasında bütünleyici bir ‘’Balabalizm ‘’etkisi var peki sizi sanatsal anlamda sizi ayıran özellikler nelerdir?
Oğlum toplumcu somut figüratif çizgide eserler üretmektedir. Oğlumun resimlerinde figürleri daha dinamik hareketli ve minyatür etkisi var, benim resimlerimde figürler daha durağandır ve tablonun merkezinde yer alır. Ortak noktamız aynı kaynaktan besleniyoruz.’ ‘’Sanat yaşantının iz düşümüdür’’ Bu BALABALİZM ‘in temelini oluşturan kuram.
Toplumun sanatta yol alabilmesi için sanatçıya ne gibi sorumluluklar düşüyor? Ülkemizde sanatsal gelişimde ilerleme ve gerilemeye neden olan faktörler nelerdir?
Sanatçılar üstlerine düşeni fazlasıyla yerine getiriyorlar. Fakat ülkemizde kısır ve kısıtlı bir sanat ortamı var. Ressam kadar sanat eserlerinin alıcısı yok. Böyle bir kültür henüz gelişmemiş. Bunun ana sebebi zenginliğin süreklilik göstermemesi, yani burjuva sınıfının henüz yeni olması.
Yaşam birikimlerinizden yola çıkarsak, bugünün sanatçılarına sanatın kültürel iletişimsel aydınlatıcı ve yapıcı işlevselliği hakkında ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
Dünya sanatını ve gelişimi batı sanatını çok iyi biliyorum. Ama ben onlardan bir şey almadım onlarla aydınlanmadım beğendim . Hiçbirinden bir şey almadım buna gerek yok. Çünkü benim ayaklarım Türkiye’ de, ben ‘’Türk ‘’üm. Çünkü ben karasabanlarla çift süren bir delikanlının resmini çize çize, Türk resmini, eserlerimi oluşturmaya başladım. Hititler döneminde taşlara oyulmuş heykellerin resimlerini çizdim, Anadolu’nun Türk kültürünü, tarihini , yaşanmışlıkların resimlerini çizdim. Onlardan maya aldım. Kendi özümü oluşturdum. Türk resmini geliştirmem için onları maya alarak kendi resimlerimin özüne ulaştım. ‘Sanat yaşantının izdüşümüdür’’ ve’’ Konu bir özdür, her öz kendi kabuğunu yapar’’ Resimlerime bakın çeşitli konularda resimler var. Anadolu, Mitoloji, Köroğlu, Nasrettin Hoca her konu kendi kabuğunu örmüş geliştirmiş. Bu konularda Türkiye’ deki yaşamışlıkları çizdim. Sanat evrenseldir, fakat kendi özünden kopmamalıdır yani bu topraklardan beslenmelidir. Ayağını bu topraklara basmayan sanat eksik kalır, güdük kalır. Özenti olur, taklit olur.
Sanatsal gelişimde geçici olan ve kalıcı olan nedir sizce?
Kalıcı olan eserlerim, özümdür. Eğer yaptıklarınız sanat eseriyse, kendi kabuğunuzsa, taklit değilse, özgünse kalıcı olacaktır. Aksi halde bir süre gündemde kalabilir, moda olabilir ama kalıcı olma
Gelecekle ilgili gerçekleştirmek istediğiniz planlarınızdan bahseder misiniz?
Oğlum Hasan Nazım Balaban’ın uzun süredir hayata geçirmek için büyük uğraş verdiği bir “BALABAN MÜZESİ” projesi var. Şu sıralar çok somut olarak bazı adımlar atıldı. Tekirdağ merkez ilçesi olan Süleymanpaşa Belediyesi Başkanı Ekrem Eşkinat’ın desteği ve sponsorluğunda bir müze için çalışmalar başladı. Doğum günümde 5 Şubat 2018 tarihinde, Tekirdağ- Süleymanpaşa’da bu müzeyi açmış olacağız. Bu eserlerin kalıcı bir müzede sergilenecek olmasından dolayı son derece mutluyum.
Şebnem SUNAR
sebnemsunar19@gmail.com