Performans sanatının öncü isimlerinden. Dünyaca meşhur avangard sanatçı. Asi ve cesur karakter. Türkiye’de bütün bunları yapabilen belki de tek feminist kadın sanatçı. İnanılmaz bir özgüven inanılmaz bir güç. Genelde işleri ya sansüre uğruyor ya ölümle tehdit ediliyor ya da işlerine +18 yaş sınırı koyuluyor. Karşınızda Şükran Moral…
Elbette bütün bunların bedeli var, YALNIZLIK. Hayatım boyunca yasaklar, sınırlar, tehditler ve linç altında yaşadım ürettim . Bu bir yakınma değil elbette sadece tesbit. Yaratma sürecinin sonuçlarının bu kadar kanlı, öldürücü yasaklayıcı olması gerekiyor muydu? Bir çok işime baktığımda ossesif biçimde kendimi de anlattığımı keşfediyorum. Hırpalanan o küçük kız ben miydim acaba? Bütün bu senelerin sonucunda kendime sorularım var. O sorular iş olarak başkalarının bana kızmasına öfkelenmesine neden oluyor. Desem ki belki de bütün bunlar büyük bir sevilme eksikliğinden meydana geliyor. Beni incitmek isteyenlerin eline koz vermiş olurum. Bu duruşum ötekilerde suçluluk duygusu mu yaratıyor? İçlerinde polis asker ve hakim taşıyan militar ruhlu kişiler anlamaya çalışamazlar. Anlamaya çalışmak egoları yerlebir edebilir.
Yaptıklarınız her ne kadar ülkemizdeki güncel sanat işlerinden farklı olsa da yine de siz ülkemiz sanat havuzu içinde yer alıyorsunuz. En genel anlamıyla Türkiye’de sanat ortamını, işleri, ortaya çıkan fikirleri nasıl buluyorsunuz? Bir genel değerlendirme ile başlasak…
Türkiye yaratmak için gerekli karmaşaya şizofreniye sahip bir ortam var. En büyük zarar bu yaratım sürecine bazı çevrelerden onay beklemek. “Sizin onayınıza fuck” diyebilecek çok az kişi var.Bu zinciri kıranlar ancak ileri giderler. O kadar çok kendi dünyamda yaşıyorum ki, bağlantılarım sanat çevresiyle çok az.
Performanslarınız…Beyoğlu erkekler hamamına girip yıkandınız, kendinizi çarmıha gerdiniz, yatakta bir kadınla seviştiniz, Gezi parkında kendinizi jiletle keserek kanlı bir performans sergilediniz, Speculum’da bacaklarının arasına monitörü alarak vajinayı konuşturdunuz. Aslında siz 90’ların başından beri toplumun riyakarlığını sorguluyorsunuz. Hayata karşı duruşunuz performanslarınız sayesinde olmuş.
Sanatım hayata karşı duruşunla aynı. 1997 ‘yi düşünün, biz de henüz kimse erkekler Hamam’ına veya Morg’a Geneleve girip performans yapmıyordu. Tabuları yıkmak adına açıkca. 90’lı yıllar tüketim toplumunun yükseldiği batıda özellikle feministim demek neredeyse ayıptı. Aşılmıştı güya. Tabiki neden Cristo’nun yerine kendimi koydum Türkiye’den geldiğim halde. Yeniden altını çiziyorum. Çünkü buradaki bazı çevreler hep eksik arama üstüne çalışır. Kadın sanatçı olarak ilk kez kendimi çarmıha germekten bahsediyorum. Bir kadın sanatçı buna cüret edemedi. Toplumun riyakarlığını sarstıkça kendilerini suçlu hissetmemek için daha saldırgan oldukları bir gerçek. Performans sanatıyla tabulara riyakarlığa haksızlığa karşı durunabileceğini gösterdim.
97’deki genelev işinin devamı olan Amemus Performansınızdan sonra ölüm tehditleri alarak ülkeyi terk edip Roma’ya kaçıyorsunuz….Ülkemiz bu tür performanslara alışık olmadıgı gibi bunları benimsemekte de sorun yaşıyor. Sizce toplum buna hazır mı? Yoksa zaten bu işlerin amacı da toplumu şok etmek, şaşırtmak mı?
Sanatçı asla toplum buna hazır mı bu performansı yapayım mı, dememeli. O siyasetçilerin bürokratların işi. Toplu kendisine ben niye şoke oluyorum sorusunu sorabilmeli. Bir de biz üçüncü dünya ülkesiyiz bizimkiler anlamaz en iyisi yapmıyayım deseydim sizce daha mı doğru olurdu. Bu gün bana saldıranlar yarın soyut resmi dahi tehlikeli bulabilirler. Öylede oldu,bakınız Hitler ve talibanın yaptıkları. Özellikle AMEMUS’da linç yaşadım. Sanat çevresi yok oldu. Vurun kahpeye filmini yaşar gibi oldum.
Bu gözü karalık, delilik nereden geliyor? Yaptığınız iş gereği mi yoksa bir kişilik özelliği mi?
Sanatıma olan inancımdan. Veya daha karmaşık bir cevabı var. Yaşadıklarımın bana hediyesi mi desem. Herşeyi göze almak ancak bir misyon duygusuyla olabiliyor. Yaratım sürecinde ki cesaret delilik daha zor, yıpratıcı. Bizans oyunlarına karşı ne yapabilirsin? Bir de kaybedecek çok şeyim var ama yokmuş gibi yaşamayı herkes beceremez.
Geçtiğimiz aylarda İstanbul’da bir eşcinsel evlilik yaşandı ve neredeyse bir linç girişimi gerçekleşti. Türkiye’de tabularla yaşamaya alışmalı mı? Ya da bu tabularla örülü hayat ne zaman ve nasıl değişir sizce ?
Demokrasi mücadelesinde birleştiğimizde ancak bu olabilir. Yıllardır bu ülkede geriye dönüş kültürü empoze ediliyor. En kötüsü ne biliyormusunuz? İnsanların düz mantık düşünmesi, felsefeden uzak kalması ve biat felsefesinin benimsenmesi.
Bir röportajınızda ”yalnızlığı yaşamayı bilmeseydim yok olmuştum” demişsiniz…Kendinizi yalnız hissettiğiniz olmuyor mu?
Kendimi sürekli yalnız hissediyorum gücümün çoğuda yalnız olabilmeyi başarmaktan geliyor.
Performans sanatçıları Türkiye’de yok denecek kadar az… Bedri Baykam, Canan Şenol, Nezaket Ekici.. Sizin ekleyeceğiniz isimler var mı bunlara?
Gençler geliyor ümitliyim.
Sizi destekleyenler olduğu kadar işlerinize karşı çıkanlar da var… Sizi ”Geneleve tek memesi açık giren Şükran Moral” diye eleştirenlerden bir yana, Murat Bardakçı, Ahmet Hakan ve Akit gazetesi’nin de sözlü saldırısına uğradınız. Hem alkışlanıyor hem de taşlanıyorsunuz. Verilen tepkileri nasıl karşılıyorsunuz? Bu da yaptığınız işin dikkat çektiğini mi gösteriyor acaba?
Bana karşı sosyal medyada özellikle sahte isimli hesaplarında belden aşağı vurmalar, tükürmeler NÜ yerine “meme” demeler vs. Bunlar beni sadece kuvvetlendirir. Bir çoğunu iş haline getirip sergilicem zaten. Övgüyle ileri giden biri değilim. Gözümü her zaman uluslararası ufka çevirmiş biriyim. Beni köşelerinde linç edenlere cevabım onları lağım faresine çevirmekle oldu.
Bütün dünyada sergiliyorum, ah tabi bu eserin çıkış hikayesini de anlatarak. New York Time ‘da da işlerimden bahsedildi DESPAİR işimdi. Sensasyonal hiç bir yanı yok. Yeteneksiz kişiler başarılara kulp ararlar. Sanatçıyım dediğin an zaten dikkat çekmek istiyorsun tabiki. Eğer senin cinsel takıntın varsa herşeyi çıplak olarak görürsün. O benim sorunum değil.
Paylaştığınız fotoğrafı kaldıran İnstagram size şu mesajı göndermiş ” Topluluk kurallarına uymadığı için gönderini kaldırdık. Lütfen ne tür gönderilere izin verildiğini ve İnstagram’ı güvenli tutmaya nasıl yardımcı olabileceğini öğrenmek için topluluk kurallarımızı oku” Sizce kurallar kime göre belirleniyor? Ya da kuralları belirleyenler kimler?
Topluluk kuralına uymayan nedir biliyormusunuz? Almanya’da katıldığım serginin basın bülteninde yer alan HAMAM işim. Toplum dediğin damacanayı, eşeği, ördeği siken sabahtan akşama AMK diye konuşan bir gürüh. Siz o zaman ben de fuck diyorum. Bu dili iyi anladıkları için.
Performans sanatını destekleyen galerilerin sayısı oldukça az..Performans sanatçılarının anlaşılamamasını nasıl açıklıyorsunuz? Performans sanatçılarını kışkırtacak organizasyonlar yapılabilir mi acaba? Yoksa bu türden bir organizasyon ya da galeri performansın özgürlükçü doğasına aykırı mı?
Performans sanatı o kadar zengin bir ifade biçimi ki. Kendini vücudunu kullanarak ifade etmen. Henüz bedenin sınırlarını elinde tutmak isteyen bir iktidara da karşı durmuş oluyorsun.Bu korkutucu. İktidar için tabiki. Kadın bedeninin her santimi üstünden pazarlama açılmışken Senin özgürce bedeninle düşünmeni ifade etmeni istemiyorlar. Yol uzun ve zor. Türkiye’de ve yurtdışında aldığınız tepkileri karşılaştırırsanız… Herşey o kadar karmaşık ki. Yurt dışında da sansür var ama biz de ki artık korku düzeyinde.
Hakkınızda yazılan bir makalede” Yüksek Kaldırım’da bir genelevde gerçekleştirdiği 24 saatlik performansında genelev kapısına“çağdaş sanat müzesi”yazmış elinde de“satılık”(for sale) yazan bir kağıdı tutan sanatçı,“müze” ve “sanatçı”kavramlarını,“genelev” ve “fahişe”kavramları üzerinden eğretileme ile kullanır. Bu yine incelikli bir sanat tarihi eleştirisidir” denmektedir.. Siz böyle mi görüyorsunuz?
O işim aynı zamanda bunları da içeriyor. Bakış açısına gore değişir. Toplumun kadına sunduğu Orospu ve namuslu diye ikiye ayırarak GENELEV leri yine kadını sömürmek için bir tehdit alanı diye kullanması ve riyakarlığı. Genelevler olmasa sokakta yürüyemezdiniz diyerek kadınları köleleştirmesi. Öteki anlamalar.. Beden, kadın, mekan, namus, kadına şiddet, cinsel kimlik, göç, cinsiyet eşitsizliği, aile içi şiddet genel olarak işlediğiniz konular…Bir sanatçının yaşadıklarını da ekleyin.
2014 Contemporary İstanbul’daki işinizden biraz bahsedebilir miyiz?
BALKON performansı da aynı konsept üstünden git vur ve kaç. Diyarbakır’da yaptım. Diktatörlerin balkon konuşmalarını hicvetmek için yaptım.İroninin gücünü kullanarak. Hitler kılığında 15 dakika havladım. Jestlerim diktatörlerinkileri gibiydi yawn konuşma yerine havlamayı tercih ettim. Yaparken de çok keyif aldığım bir performansdı.
Gülistan Ertik