“Resim gözün dilidir.”
Röportaj: Aslı Kutlucan Kaptan
1971’de Ankara’da doğdu. 1994’te Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Resim Bölümü, Prof. Dr. M. Zahit Büyükişliyen atölyesinden birincilikle mezun oldu. Çeşitli özel kurum ve kuruluşlarda illüstratörlük, sanat danışmanlığı ve grafik tasarım yaptı. Yirmi iki kişisel sergi açtı ve çok sayıda karma sergi ve etkinliğe katıldı. Yurtiçi ve yurtdışında özel koleksiyonlarda resimleri bulunmaktadır. Uluslararası Plastik Sanatlar Derneği (UPSD) ve Birleşmiş Ressamlar ve Heykeltıraşlar Derneği (BRHD) üyesidir. Halen çalışmalarını Ankara´daki atölyesinde sürdürmektedir.
Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Prof. M. Zahit Büyükişliyen atölyesinden birincilikle mezun oldunuz. Bu bölüm tek tercihiniz miydi? Bitirme tezinizin konusu neydi?
Hacettepe Üniversitesi’nin yetenek sınavına Gazi Üniversitesi’nin sınavı ile aynı sıralarda girdim. Sonuçlar açıklanmadan bir gün önce rüyamda iki üniversiteyi de kazandığımı gördüm, babama telefon ettim ve saygı gereği “sence hangisini tercih etmeliyim?” diye sordum. O zamanlar Bahçelievler’de oturduğumuz için Gazi Üniversitesi yürüme mesafesindeydi. Babam da “tabii ki yakın olana git kızım” demişti. Fakat ben eğitimci olmak istemiyordum ve babama Hacettepe’yi istediğimi söyledim. Ertesi gün ikisini de kazandığımı öğrendim, babamı aradım ve rüyamdaki diyalogun bire bir aynısını yaşadık. Okulda dolu dolu ve çok güzel bir dört yıl geçirdim. Rahmetli Sıtkı Erinç’ten kültür tarihi dersini alma ayrıcalığını yaşadım. Türkiye’nin tanınmış ressamlarından atölye hocam Prof. M. Zahit Büyükişliyen, Prof. Zafer Gençaydın ve Prof. Veysel Günay’ın da görüş ve önerilerinden faydalanma şansına eriştim. Özgün baskı hocam ressam Prof. Hasan Pekmezci ve Türkiye’nin önde gelen sanat eleştirmenlerinden Prof. Kaya Özsezgin’in katkıları da benim için çok değerlidir. Son sınıfta büyük ebatlı tuvallerle çalışmaya ağırlık verdim. Bitirme tezim “Pencereler” idi. Tuvali bir pencere olarak ele aldım.
İşlerinizde farklı teknik ve malzemeler kullandığınız görülüyor. Bundan biraz bahseder misiniz?
Küçüklüğümden beri boya dışında malzemelerle de deneysel çalışmalar yapmayı sevmişimdir. Özellikle fakülte yıllarında bir dönem sprey boya, kum, talaş gibi malzemeler kullanıyordum. Fakat atölye arkadaşlarımı sprey boya ile zehirlememek adına ders saatleri dışında çalışmaya özen gösteriyordum. Sonraları resimlerimin konservasyonu kaygısıyla sadece boyaya yöneldim. Hatta son dönemlerde boyayı o kadar yoğun kullanmaya başladım ki izleyiciler boyayı farklı bir malzeme gibi algıladılar.
Hiçbir işinizin ismi yok. Resimlerinize neden isim vermiyorsunuz?
Resim gözün dilidir. Bence plastik sanatlarda açıklama olmamalıdır. Gördüğümüz akademik eğitim de bize bu görüşü benimsetmişti zaten. Ben izleyiciyi hiçbir şekilde yönlendirmek istemem. Resmimi bitirip imzamı attıktan sonra artık o iş benden çıkmıştır. Dolayısıyla işin plastik dili çok daha önemlidir.
Etkilendiğiniz sanatçılar ve akımlar mutlaka vardır, kimleri sayabilirsiniz?
Akım olarak kendimi bildim bileli ekspresyonizme yani dışavurumculuğa yakın durdum. Sevdiğim ressamlar arasında Michelangelo, Hieronymus Bosch, Caravaggio, Siyah Kalem, Piet Mondrian, Wassily Kandinsky ve Jackson Pollock’ı sayabilirim.
Resim dışında beslendiğiniz sanat dalları ve sanatçılar var mı?
Benim düşünceme göre sanatla uğraşan bir kişinin kendi dalı dışındaki sanatlarla da ilgilenmesi zaten elzemdir. Sinema ve müzikle yakından ilgileniyorum. Stanley Kubrick, David Lynch, Martin Scorsese, Darren Aronofsky ve Tim Burton sevdiğim sinemacıların başında gelir. Rachmaninoff, Verdi, Bach, Mahler sevdiğim bestecilerdir. Bunun dışında rock ve metal seviyorum. Grafik sanatlarla da ilgiliyim. Hatta üniversitede bölüm seçerken resim ile grafik arasında kalmıştım. Mezun olduktan sonra bir süre grafik ajanslarında ve bir yayınevinde tasarımcı olarak çalıştım. Çocuk dergileri için illüstrasyonlar yaptım. Dolayısıyla resimlerimde grafik ögelere rastlamak mümkün. Edebiyatla da ilgiliyim. Hiçbiri yayınlanmamış olmakla beraber şiir ve denemeler yazıyorum. Mümkün oldukça tiyatro, opera ve baleyi de takip etmeye çalışıyorum. Heykel ve seramikten de besleniyorum.
Son dönem resimleriniz bolca fantastik ögeler içeriyor. Nelerden ilham alıyorsunuz?
Özellikle İskandinav ve Pers mitolojilerinden, masallardan, fantastik sinema ve edebiyattan, dinden, tarihten, satrançtan, doğadan ve yaşanmışlıklarımdan ilham alıyorum. Tüm bunları beynimin süzgecinden geçirip biraz da karikatürize ediyorum.
Sizce sanatçı duruşu nasıl olmalıdır?
Ben resim sanatı ile ilgilendiğim için bu soruya resimden yola çıkarak cevap vereyim. Bence herkes resim yapabilir ama her resim yapan ressam olamaz, her ressam da sanatçı değildir. Bu iş, bilgi birikimi ve kültürel altyapısı olmayan insanlar tarafından maalesef, özellikle ülkemizde, basitmiş gibi algılanıyor ve hatta aşağılanıyor bile.“Yüksek olanı sevmek, biraz da yüksek olmak demektir”. Sanatçının felsefe koklamış olması şarttır. Kişi akademik eğitim alamamış olabilir, ama bu durum kendisini geliştirmesine engel teşkil etmez. Günümüzde akademik eğitim almış olmasına rağmen resme dair pratik ve teorik birçok şeyden habersiz ressamlar olduğu gibi, hiç akademik eğitim almamış olmasına rağmen kendini çok geliştirmiş ressamlar da var. Son yıllarda açılan güzel sanatlar fakültelerinin çoğunda maalesef kaliteli bir eğitim verilemiyor. Sanat eserlerinin değerlendirilmesinde sanatçının altyapısının araştırılması büyük önem taşır. Artık herkese sanatçı denilmeye başlandı. Platon sanatçıyı bir arabanın ön tekerleklerine benzetir. Sanatçı her anlamda içinde yaşadığı toplumun önünde giden matematiksel zekâya sahip bir aydın olmalıdır.
Pekâlâ, bu son söylediklerinizden yola çıkarsak, Türkiye’de sanatın ve sanatçının durumunu nasıl görüyorsunuz?
Bu konuda pek iyimser olamayacağım maalesef. Türkiye’de ne kadar çok gerçek sanatçı olursa olsun, sanatını anlayacak ve takdir edecek bir kitle olmadığı sürece ne sanat ne de sanatçı ayakta durabilir. Öncelikle sanat yapmayan kesimin estetik algıları geliştirilmelidir. Cumhuriyetin erken dönemlerindeki kültür-sanat politikaları ne yazık ki sürdürülememiştir. Fakat zararın neresinden dönülürse kardır. Sanat galerileri de en az sanatçılar kadar zor durumdalar. Koleksiyonerlerin ve sanat hamilerinin sayısının artması gerek. Bunun için de genç nesillere aileden başlayarak sanat sevgisi aşılanmalıdır. İnsanlar saatlerce inşaat seyredebiliyorken müze ve galerilerin önünden kaçarcasına geçiyorlar. Bu durumun tersine dönmesinde sanatçılara da büyük sorumluluk düşüyor bence. Neyse, demek ki yükselebilmek için biraz dibe vurmamız gerekiyormuş. Nietzsche’nin dediği gibi “kül olmadan nasıl yeniden doğabilirsin ki?”