‘’Anlamları kaybetmiş biri günü nasıl bitirir? Bir insana yalan söylediğinizde ne hisseder? Onu aldattığınızda nereye bakar, neyi görür?’’
Bugüne dek yazdığı öyküler, çeşitli edebiyat dergilerinde yayımlanan Banu Özyürek’in ilk kitabı; Bir Günü Bitirme Sanatı üzerine keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Yazmaya nereden başladınız?
Tam olarak bilemiyorum. İlk anımsadıklarım anneme yazdığım şiirler. Sonrasında kısalı uzunlu hikâyeler var. Kuzenimle okuyup kendi kendimize gülerdik. Bir ‘’eyvah’’ serisi hazırlamıştım; herhalde bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüşüm; Eyvah lisedeyim, Eyvah babam büyücü, Eyvah evimizde fil, gibi… Bu seri tamamen bir çocuğun uçma isteğiyle alakalıydı sanırım. ‘’Bu dünya mı, e tamam, ama ben daha eğlencelisini yaparım’’ gibi.
Sonra canımı sıkan şeylerle baş edebilmek için yazdım, onları ele alabilmek ve değiştirebilmek için. Yazı içinde yaşantıları başka formlara sokabiliyorsunuz ve bu da size görece bir güç veriyor.
Temelde yazma eylemi benim için şiddetli bir ifade ihtiyacından kaynaklanıyor. Aynı zamanda bir düşünme biçimi. Anlam vermek ve ifade etmek istiyorsunuz. Akmak için bir kanal arıyorsunuz. Belki bir özgürlük alanı. Yaşamın vaat ettiklerinin ve dayattıklarının dışında bir ‘şey’ler. Bu saydıklarım için tek yol yazı değil tabii ama demek benim yaşamımdaki bir takım bileşenler beni bu mecraya götürmüş.
‘’Duygu prizlerindeki elektrik kaçağından korkmayan bir yazar’’ diye tanımlanıyorsunuz..
Bu arka kapak için editörümün bulduğu bir ifade. Aslında başlangıçta tereddüt ettim; yanlış bir çağrışıma neden olur mu diye. Son dönemde okurun duygusuna oynama işi o kadar rahatsız edici bir noktaya vardı ki, “aman ha” diyordum; ben kafamdaki soruların peşindeyim, kimsenin duygusuyla, duyarlılığıyla ilgili bir hesabım yok. Ha bu soruların peşindeyken, okurla birbirimize değersek ne mutlu bize.
Sanırım editörün bu ifadeyle kastettiği bir tür cesaret. Yani duyguların negatif anlamlarına uzanırken pervasızca davranmam, ya da anlatının sonunda ortaya çıkacak kötü tablodan korkmamak… Sağ olsun. Ama hep söylediğim bir şey var ki, arzu ettiğim cüretin kıyısına bile yanaşmış değilim.
Kitaba ismini veren ‘’Bir Günü Bitirme Sanatı’’ isimli öyküde Semra ile olan ilişkisinde yüzleşmekten korkan ve sıklıkla içine konuşan bir kadın var. Öykü kaygılı bir tablo canlandırsa da kitabın sonunda okuyucuyu bambaşka bir hikayeyle yüzleştiriyorsunuz. Buradaki amaç okuyucuyu şaşırtmak mı, okuru nasıl bir yolculuk bekliyor?
Dediğim gibi okur, duygusunu ve tepkisini hesap ederek yazıma biçim verdiğim bir unsur değil. En azından bu kadar bilinçli ve katı biçimde. Yoksa gözler hep üzerinizde. İçinde yaşadığınız her toplumsal birim zaten size nüfuz etmiş durumda. Onlar yokmuşçasına yazamazsınız, onlar yokmuşçasına yaşamadığınız gibi. Ama hesap etmek.. o benim tarzım değil işte.
Pek çok şey yazarken daha açık bir şekilde ortaya çıkıyor benim için. Öncesinde bir karmaşa var ve yazarken bunu bir düzene sokabiliyor, anlam verebiliyorum; hatta bazen keşfediyorum. Bir de çelişkiler, çatışmalar, şaşkınlıklar olması çok tabii. Hayat bunlardan ibaret. Güçlü, katı, değişmez varlıklar değiliz. Zayıflıklarımız, sorularımız, kaçtığımız ve kaçak verdiğimiz yanlarımız var. İnsana tek, tutarlı bir yapı olması dayatılıyor. Halbuki bıraksak, bin parçası bin yere dağılacak. Çünkü hayatın enginliğini seziyor aslında ve kendisi, kendisi olarak ona yetmiyor. Zaten kendisini ne kadar anlayabilmiş? Kendisinin ne kadarını yaşayabilmiş? Pek çok insan bizim ancak şu kadarcığımızla ilişki halinde. Biz de kendimizin şu kadarcığına gönül indiriyoruz çoğu zaman. İşte yazı, benim için bunun ötesine geçmeye çalıştığımız noktada başlıyor. Bu yüzden bir şaşırtıcı durum varsa, içimizdeki karmaşa ve çatışmaların metinde kendini göstermesinden kaynaklanıyordur.
Kitap 11 kısa öyküden oluşuyor. Öykülerin birbiri ile bağlantısı bir tesadüf mü? Yoksa bilinçli olarak bir araya getirilen hikâyelerden mi oluşuyor?
Doğru, elbette bir bağlantı var. Çünkü temel meselelerim belli.
Nedir bunlar; bir tanesi insanın zayıf yanı. Ama bunu hülyalı bir kaybedenler romantizmi içinde ele almak istemiyorum. Daha çok içimizdeki bir unsur olarak; aciz ve hatta kaybetme arzusu… Orada ne var? Daha doğrusu genel olarak içimizde neler var?
Bir diğeri, beden meselesi. Onu anlama, onunla küsme, savaşama, barışma, inkar, tanımlama vs.. Kadın bedeni zaten çok sorunlu bir alan. Cennet ve cehennem üst üste. Ama önündeki yığından bedeni göremiyorsunuz. Onu örten anlamlar, suçlar, suçluluklar, korkular, günahlar, görevler, travmalar yığınını aşacaksınız da, belli bir seviyede özgürleşmiş bir algıyla bakacaksınız. Zor. Ne derece olur bu bilmiyorum, yazıda bunun sınırlarını aramak. Ayrıca kadınlık durumunu anlamak; beden ve ötesi olarak. Sonra hayatın anlamı… Yaşamı, varlığımızı, insan ilişkilerinin doğasını kavrama çabası. Ben bu sorularla sıkışıyorum ve yazarak bir adım olsun ileri gidip nefes almayı umuyorum.
Kitapta geçen karakterlerin içsel konuşmaları var ve bunu okuyucuya çok iyi hissettiriyorsunuz? Bu karakterler tamamen kurgu mu yoksa yaşayan karakterlerden mi oluşuyor?
Bunlar benim zihnimde şekillendiğine ve düşünce yaşantımın bir parçası olduklarına göre hepsi bir gerçeklik taşır. Şu hikayeyi x’e bakarak yazdım diyemem ama bu karakterler yoktan var oldular, gerçekle bağları yoktur da diyemem. Yani bunlar yaşayan / yaşamayan karakterlerdir demek yerine, ‘’yaşayan meselelerdir‘’ demeyi tercih ederim.
Kitapta öne çıkan en etkileyici öykülerden birisi olan ‘’Yara’’da; kendisi ile dalga geçen, başına buyruk bir karakterin doktorla olan komik bir hikayesi var. Biraz bu karakterden bahsedebilir miyiz?
Evet, kendi ile dalga geçme benim için makbul yöntemdir. Hem direnme gücü verir hem zihin açar. Varyasyonlara gidersiniz buradan. Yaşananı tek boyutlu algılamaktan kurtulma imkânı bulursunuz. Hikâyelerde bu yöntem yer yer öne çıkıyor… Belki bazen fazlaca.
Yara’da bir çatışmayı ifade çabası var. Bedende bir sorun baş göstermiş. Ki beden zaten başlı başına sorun dediğim gibi. Ama şimdi bu sorunla ilgili ivedi bir müdahale durumu söz konusu ve paralelinde ortaya çıkan duygular. Korkuyla birlikte bir tutunma isteği, yakınlık arayışı ya da kaçma arzusu. Karşınızda tüm bunlarla hiç ilgilenmeyen bir doktor figürü. Salt bilgi, akıl olarak orada, ayrıca bilgiyi elinde tutan olarak bir iktidar; oysa siz hayatın çok daha çetrefil olduğu ve aklın çözüm sunmakta yetersiz kalacağı bir yerine düşmüşsünüz. Yara’da bu fikirler etrafında döndüm.
Yeni kitap projesi var mı?
Bir fikir var ama ne zaman yazılacak kadar dolgun hale gelir, ne zaman hazır olurum bunu kaleme almaya bilmiyorum. Çalışmak gerek. Ve bu çalışma da zaman alacak tabii. Yani yakın zamanda bir şey çıkmayacağını söyleyebilirim.
gülistan ertik
gulistan@kultursanatharitasi.com