SANATTA YALINLAŞMA ÇABASI İÇİNDE
TEK YAPMAK İSTEDİĞİM ŞEY İÇTEN OLMAK !..
Söyleşi: ŞEBNEM SUNAR
Zehra Başaran, 1971 yılında İstanbul doğdu. 1995 Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümünden mezun oldu.2006’da Marmara Üniversitesi, Atatürk Eğitim Fakültesi Resim Bölümünde yüksek lisansını tamamladı. Öğretmenlik mesleğine halen devam eden sanatçı, yurt dışında ve yurt içinde birçok karma ve bireysel sergi açtı. Halen öğretmenlik mesleğine ve resim çalışmalarına Maltepe’deki özel atölyesinde devam etmektedir.
Sanata olan ilginizi ne zaman fark ettiniz?
Ağaçlardan sarkan minik koruk üzümlerin dalları başka bir yeşil, tatların ve kokuların bir başka olduğu ya da benim bir başka olduğum işte o zamanlarda, bahçeli bir evimiz vardı. İlk sanat çalışmalarıma, annemin bahçeye ektiği ve sonra topladığı mısırların püsküllerinden, bahçedeki çamurlardan heykel yaparak başladım.
Sizi bu alana kimler yönlendirdi?
Çok ilginçtir, hayatta senin elinde olmayan bazı rastlantılar ve tesadüfler seni bir yere doğru götürüyor. İlkokulda ve ortaokulda, ressam Mehmet Güleryüz’ün atölyesinde çalışan bir bayanın kızıyla arkadaştık. Annesinin çalıştığı yere giden arkadaşım Mehmet Güleryüz kendisi resim yaparken, arkadaşıma da resim yaptırdığından bahsediyordu. Mehmet Güleryüz’ün atölyesinde ona ait resimlerin ne kadar güzel olduğundan bahsederdi. Ben de ilgiyle dinlerdim o zamanlar. Arkadaşımın yaptırdığı resimlere bakıp çizim yapardım. Ressam, resim, tablolar, kafamda yavaş yavaş şekillenmeye başlamıştı. Ortaokulda ise resim dersinden yetmişin üzerinde not alamazdım. Beni bu alanda ne ilkokul ne de ortaokulda yönlendiren olmadı. Nitelikli öğretmenlik burada başlıyor aslında.
Sonra Kartal Endüstri Meslek Lisesine, lise ikinci sınıfta beş öğrenci bir işyerine staj için gitmiştik. İçlerinde tek bayan bendim. Teknik bakım odasında duruyordum. Sürekli resim yapıyordum ve orada resimlerimi beğendiler, fabrika işçileri resimlerimi satın almaya başladılar. İlk resimlerim orada satıldı. Orada, Ustabaşı Hasan abi vardı. Marmara Güzel Sanatların çevresinde oturuyordu ve orayı bana hep anlatırdı. Bana şöyle derdi: ‘’Sen, Güzel Sanatlar Fakültesinde okumalısın!..’’ Bu konuda ısrarcı oldu ve bana bu konuyla ilgili bilgi verdi. Sanat eğitiminde ilk yönlendirmeyi dolaylı yollardan, Ressam Mehmet Güleryüz ve Ustabaşı Hasan Usta’dan aldım.
Peki sonrasında sanat serüveninizde neler yaşadınız?
Lise bittikten sonra eşimin beni harekete geçirmesiyle üç haftalık Güzel Sanatlar Fakültesi hazırlık kursuna başladım. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Atatürk Eğitim Fakültesi ikinci sınıf öğrencilerinin, hocalık yaptığı bir kurstu. Kurs bitiminde hocalarım çok başarılı olduğumu ve kesinlikle dereceyle kazanacağımı söylemişti O sene sadece Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi sınavlarının tarihine yetişebilmiştim. Ve kazanamadım. Hocalarımdan birisi, Ressam Altan Çelem’ di. Ertesi yıl tepki alarak hiç çalışmadan sadece Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi, sınavına girdim. Ve kazandım. Özel yaşamımda da bir gelişme oldu. Üniversite birinci sınıfta evlendim. İkinci sınıfta kızım doğdu. Ve en büyük destekçim aynı zamanda eleştirmenim oldular. 1997 yılında Ressam Kasım Koçak’ ın bir dergide sergi ilanını gördüm. Sergisine giderek kendisiyle tanışmak istedim. Ona resimlerimi gösterdiğimde beni çok heyecanlandıran güzel şeyler söyledi. 2006 yılında kendi atölyesinin yakınlarında bir atölye tutabilmem için burs sağlayarak ve değerli fikirleriyle eleştirerek destek oldu. 2011 yılından itibaren şimdiki atölyemde resim çalışmalarıma devam etmekteyim.
Sanat eğitimi veren kurumlarda, program içeriklerinin gelişmesi gerekiyor. Okullarda ders sürelerinin arttırılması yanında, mekân donanım sorunun giderilerek sanat eğitiminin erken yaşta başlaması, sanat kültürünün gelişmesinde önemli bir yer tutacak diye düşünüyorum. Ülkemizde sanat eğitiminin gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Elbette bu konuda da tam bir çıkmazdayız. İlköğretimden itibaren sanat derslerine yanlış yönlendirmeler yine bu konuda kendini geliştirmemiş sanat eğitimcisiyle bağlantılı. Bu da o sanat eğitimcisinin eğitiminin de yanlışlığından kaynaklanıyor. Bu durumda yine devletin sanatçı eğitimcilerine sahip çıkmaması, sanat yapmaya çalışan eğitimcileri sadece sanatlarının içinde kalmaya zorluyor. Sanatçı eğitimcilerine yeterince destek olup eğitimin bünyesinde tutmaya çalışmayarak öğrencisinin bir sanatçıyla iletişimini engelliyor. Eğitim hayatı boyunca herhangi bir sanatçıyla bir araya gelmeyen onu tanımayan çocuklar, büyüyünce de sanata uzak topluluklar haline geliyor. Öyle olunca durum, “Sanat sanatçı içindir!’’ e giden bir hale dönüşüyor.
Türkiye’de Kültür ve Sanatın gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de kültür ve sanatın gelişimi, maalesef doğru ellerde samimi ve verimli bir şekilde gerçekleşmiyor. Belli bir zümre tarafından yönlendirilen ve çoğunlukla iyi niyetli olmayan, her alanda olduğu gibi maalesef ilişkilerle yürüyen bir sanat mecrası var. Sanat işlerini yöneten kesim ya da devletin destek olarak yapmaya çalıştığı etkinlikler de ehil ellerde değil! Bütün bunlar için sanat alanında yetkin belli bir noktaya gelmiş kişilere başvurulmuyor. Sanatçı adayı en baştan itibaren yalnız başına mücadele ediyor. Şansı yaver giderse doğru zamanda doğru yerlerde olursa kendi için bir şeyler başarabiliyor. Yoksa nice yetenekli sanatçı adayı daha yolun başında vazgeçmek zorunda kalıyor.
Psikolojik dışavurumcu anlayışıyla eserlerinizi üretiyorsunuz? Sanat üslubunuzdan bize bahsedebilir misiniz?
Resmimde icat peşinde değilim. Resimdeki arayışım biçimsellikten uzak, içsel bir arayıştır. Saf ve yalın olana, doğduğumuz zamana yaklaşmak, deneyimler ile kirlenmemiş bir yalınlık arayışıdır. Benim resmim, çözülmesi zor olmayan bir bulmacanın parçaları gibidir. Belki de bu yaşamdaki problemleri kolayca aşabilme arzusundan dolayıdır. Herkes gibi!.. Kendi yolumda karşılaştığım her şey yeni bir durumdur. Çünkü insanı zorlayan zaman ve mekân kavramlar her bir durumu diğerinden farklı kılar. Yollar hepimizindir. Benim geçtiğim bu yoldan daha önceleri bir başka problem çözücü de geçmiş olabilir. Fakat zaman mekân ve duygularımız devreye girdiği anda farklılık, ayrışma kaçınılmazdır. Eserlerimi üretmemdeki amaç bütün bunları içeren bir yalınlaşma çabası.
Resimlerinizde figürler, sembolik objeler, farklı mekanlarda kurgulanarak manifestolarını oluşturmuş. Geçmişten gelip, bugünde durup, geleceğe doğru psikolojik dışa vurumcu yaklaşımla yolculuğa çıkmışlar. Bu manifestoların yolculuğunun, oluşum ve gelişim sürecini anlatır mısınız?
Kavramlar resmime dönüşürken bazı objeleri kendime yardımcı alıyorum. Mesela, konsepte uygun resim yapmaya çalışmanın ressamı bir çerçeve içinde sıkıştırdığını düşündüm hep. Ama bazen bir kavrama duyguya olayın peşine takılıyor ve bir bakıyorsun ki onlarca resim çıkmış. Bazen bireysel sergi açacak kadar bir seri resim oluşmuş. Kavramlar resmime dönüşürken bazı objeleri kendime yardımcı alıyorum. Mesela, sabit ve insana zarar veren bir bakış açısının ben de dünyaya kazık çakanlar serisini oluşturduğu gibi. Ya da kendi kendini kral veya kraliçe ilan eden figürlerin kendi tahtını yapmaya çalışması ve onun peşinden gelen figürün kendi yaptığı ilkel kanatlar ile uçmaya çalışma hikayesi gibi. Yine aynı duygunun sandala dönüşmesiyle, sandalla mücadeleden çıkan bir seri resim gibi. Biraz ironi, belki biraz mizahi, biraz dramatik duygularla kendi yürüdüğüm yolda karşıma çıkan engeller ya da aniden karşılaştığım güzellikler benim ilgi alanım. Hiçbir kısıtlamaya gelmeden (üslup, teknik vb) tek yapmaya çalıştığım şey içten olmaya çalışmak.
sebnemsunar19@gmail.com