Söyleşi / Zeynep Erdinç
Röportaj: Şebnem Sunar
Zeynep Erdinç, İstanbul’da doğdu.Marmara Üniversitesi Guzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü’nde eğitim aldı. Halen, çalışmalarına Kadıköy Hasanpaşa’daki atölyesinde devam etmektedir.
Sanatçı kimliğinizin, dünden bugüne gelişim sürecinden bahsedebilir misiniz?
Lise çağlarımda tiyatro ve müzikle ilgileniyordum ama resim derslerim de iyiydi. Ben daha çok felsefe ve psikoloji ya da sosyoloji alanlarında okumak istiyordum. Ama her şey, bir fuarda çamur tornasının başına oturmamla değişti. Ben çamura bulaştım o da bana bulaştı, Seramikle ilgili işler yaptım ve bir atölye oluşturdum. Bunlar daha çok ticari işlerdi. Sonra Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik bölümüne girdim. Sanırım okulda atölyesi olan tek öğrenciydim. Öğrenim sürecim boyunca, kendi atölyemde seramik pano ve desinatörlük yaptım. 1991 senesinde çeşitli sebeplerden dolayı atölyemi devrettim ve aynı zamanda da seramik artistik heykel bölümünden mezun oldum. Daha sonra tuval çalışmalarına başlamamla birlikte, iki sene çeşitli hocalardan resim disiplini ile ilgili artistik perspektif, kompozisyon, renk gibi sanat dersleri aldım. Benim için, her iki disiplinde de uzun süren bir eğitim sürecinden sonra, sanat hayatım da başlamış oldu. 1997 senesinde ilk sergimi açtım.
Sanatsal bütünlüğünüzde, devamlılığınızın oluşması ve estetik bilincinizin gelişmesi yönünde, sizi bu noktaya getiren yönlendiren etkenler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Hangi alanda olursa olsun, geçmişe baktığımda hep bir yaratma eylemine meyilliydim. Sanırım içten gelen bir şey. Mesela tiyatroyla ilgiliyken küçük hikâyeler yazmaya çalışırdım. Hep üretimin içinden bakmayı isteyen bir yanım var. Okurum, düşünürüm, sorgularım ve tasarlarım, zihnimde imgeler belirir, ister istemez. Öğrenim sürecine devam ederken kendinize ait bir dil oluşturmaya çalışıyorsunuz, görsel bir dil. Yolun uzun soluklu olabilmesi, yolculuğun heyecan verici olabilmesi biriktirerek yeni bir şeyler söyleyebilmek ile mümkün. Bu benim daimi sorunumdur, stresimdir. Bu, zaten sanatın olmazsa olmazıdır… Benim büyük hırslarım veya iddiam yoktur, yapmak istediğimle ilgili inadım vardır. İsteğimde, sadece sürecin içinde sanat yolunda gelişerek, heyecanlanarak biriktirerek bir yol yürümek ve keşfederek, üreterek yaşamaktır.
Zeynep Erdinç, sanatsal gelişiminde hangi sanatçılardan etkilendi?
Başta hocalarımdan Ali İsmail Türemen beni çok etkilemiştir. Sanırım resimdeki geometrik çözümlemelerimde etkisi çok olmuştur. Önce yarı soyut olan çalışmalarım daha sonra soyuta giderek devam etti. Anselm Kiefer, Antoni Tapies beğendiğim sanatçılardandır. Ama olabildiğince başka işlerin etkilerinin dışında kalmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Hatta bazen çok uzun süreler hiçbir resme bakmıyordum.Özgün olabilmek, bir sanatçı için olmazsa olmazdır ve gerçekten çok zordur. Bazen teknik bilgimin beni sıkıştırdığını düşünmüşümdür ve bütün bildiklerimi unutsam mı dediğim zamanlar olmuştur. Ne zaman ki, resimde de seramikçi yanıma izin verdim, o zaman özgürleştiğimi hissettim. İşte o zaman bütün bilgiler işe yaradı ve hep söylerim; o siyah lekeyi koyacağın yeri bilmek de, bütün kullandığım farklı malzemelere hakim olabilmek de bilgiyle birlikte buna bağlıydı.
Kum, demir tozu, talaş gibi malzemeler kullanarak soyut ifadeyle eserlerinizi oluşturuyorsunuz. Sanat üslubunuzdan söz edebilir misiniz?
Soyut, imgesel ve izleyicinin de kendi görsel algısıyla etken olabileceği ‘’Çok değerliliği, çok anlamlılığı’’ içeren eserler. Tematik çalışan biriyim. İnsanın doğayı dönüştürme halleri (hoyratlığı) dışında, doğanın insanı dönüştürme ya da içine alma hallerini yaratmaya çalışıyorum. Bütün lekesel ve çizgisel izlerimi, doğayla birlikte üretiyoruz. İmgeler, kumla örtülür ve taşlaşan kumun altında/üstünde, bizim algımızla da değişebilen ‘tanımsız’ formlar olarak var olurlar. Bir anda, kırılgan bir durumda vuku bulan bu dönüşümle yüzeyin altında olma, bir anlamda örtülme hali ve buradan tekrar var olma olasılığını da içinde barındırıyorlar. Distopik gibi görünüyor ama aslında kendi içinde bir ütopyayı barındırıyor.
Farklı malzemelerle oluşturduğunuz dokularla tuvalin üzerine bırakılan izler, doğanın natürelliğini içinde barındırıyor. Zeynep Erdinç, bu natürellikle resimlerini nasıl oluşturuyor?
Aklımda beliren bir fikir vardır tabii ki ama yapacağım işi önceden çizmem. Boş tuvali saatlerce seyrederim. Resmin ana hatlarını, tual üzerinde zihnimde kurarım. Kullandığım malzemenin, yapışma ve kuruma sürecinin kısalığı yüzünden ki bu bir ya da iki gündür, ilk şekillendirmeyi yapma eylemimi oldukça yüksek bir performans ve heyecanla oluştururum. Bu kendi içinde jestleri olan bir ritüel gibidir. Daha sonra resim, zaman içinde kendi sürecine girer. Boyalar ve tekrar tekrar katmanlar ilave edilerek devam ederim. İmgeler, somut terminolojiyle ifade edilirse imge olmaktan çıkarlar ve bilgi aracı olarak yok edilirler. Oysaki izleyenin de görsel algısıyla ilgilidirler. Bir tamamlanmıştık ve kesinlik içermez. İmgeler, resmin yüzeyinde ve derininde bütünsel ya da parça olarak var olurlar. İnsan izleri ve doğanın hareketleriyle oluşmuş, yüzeyde ve derinde olma halleriyle de ‘zaman’la ilişkiye giren bir içiçeliğidir söz konusu olan.
Atölyede üretim yapmak ayrı bir keyiftir, zaman nasıl geçer anlamazsınız. Sizin atölyenizde bir gününüz nasıl geçiyor?
Aslında yaptığımız iş bireysel ve özellikle kendi yalnızlığında üretimi söz konusu. Fakat bazı zamanlar atölyede kolektif iş ürettiğimiz çok sevdiğim sanatçı dostlarım oluyor. Bu süreç, kendi içinde çok verimli geçiyor. Birbirimizin işlerine bulaşıyoruz, yorumlar yapıyoruz, kendi adıma bunu çok keyifli ve verimli buluyorum.
Heykeltraş, Songül Girgin ile aynı atölyeyi paylaşıyoruz. Sabah güzel bir kahve sohbeti sonrasında herkes işinin başındadır. Akşam geç vakitlere kadar atölyemiz açık, çalışmalar devam eder. Çalışırken, müzik hep var hayatımızda. Ayrıca sokağımızda, dört atölye daha mevcut olduğu için, sanatçı dostlarla birlikte zaman zaman keyifli buluşmalar da olabiliyor. Her gün fiilen çalışmıyorum tabii, bazı günler sadece okumayla da geçebiliyor, muhabbetle de, gitar çalmayla da…
Atölye bizim hem çalıştığımız, hem de yaşadığımız, iç dünyamız…
Türk ve Dünya resim sanatı hakkında görüşleriniz nelerdir?
Bu karşılaştırmaları yapmak sanat tarihçilerinin işi diye düşünüyorum. İyi sanatçılar her yerde var ve bizde de var tabii ama sorunuz başka parametreleri de içeriyor; görünür olmak, tanınır olmak vs. Benim bildiğim, sanatçı işini yapar ve gider. Ben öyle yapıyorum, ancak sergiler, yayın vs vasıtasıyla izleyici ile çarpışmalarımızdan güzel şeyler doğabiliyor. Sanat tarihçileri, eleştirmenler bu eserleri nerede görür ve nasıl değerlendirir ya da görünür kılar bilemem. Bence yapılan eserleri kendi zamanının içinde değerlendirebilmek ya da gelecekte nasıl olacağını öngörmek çok olası değil gibi… Kendi yaşam ve üretim sürecimin içinde, kendi öznel varlığımla yarattığım bir dünyanın içindeyim. Bu dünya, dış dünyanın ve onun üretim koşullandırmalarının dışında bir dünya, yani kendi iç dünyam. Memnun olmadığım ‘şeyleri’ değiştirebildiğim bir dünyadayım. Bahsettiğiniz diğer ‘dünya’ beni nereye koyar bilemem.
Dünyanın, kültür ve sanat haritasını çıkarmış olduğumuzu düşünürsek, şu an sizce evrensel sanatın neresindeyiz?
Kültürel olarak sanata bakışımızda, kıstasımız gelişmiş ülkelerse, tabii ki çok gerisindeyiz. Sanata ilgi ve sanatla yaşam, sanatın birçok alanı için de söyleyebiliriz ki çok az bir kesimin ilgi alanında varlık sürüyor. Hâlbuki sanat hayatı güzelleştiren ve katlanılır kılan yegâne şey. Haydi, eğitim sisteminin içinde yok diyelim ki önemli bir sebep bu, ama büyüyen gelişen insan yani kendini gerçekleştirme derdi olan insan için keşfedilmesi, hele bu çağda ulaşılması çok kolay bir alan. Sadece görsel sanatlardan bahsetmiyorum, müzik, tiyatro vs için de böyle. Evet, içine girdikçe anlayacağın ve anlayınca daha çok seveceğin ve zenginleşeceğin bir şey sanat. Hani bilgin dışında bile olsa haz alacağın bir dünya. Bir sosyolog değilim tabii sanatçı her şeyi de bilen değildir ama işte öyle zamanlar yaşıyoruz ki, bildiğimizi sandığımız ‘şeylerin’ daha anlamadan hızla değiştiği üretim/tüketim çağındayız. Neresinden bakarsanız bakın bizim nesil yaşayan en şaşkın nesil diyorum ben. Durup nefes almak, kendi içine dönmek, bilmediklerin üzerine düşünmek, susmak belki de, bu karmaşanın, kalabalık lığın içinde, boşluklar yaratarak kendine bir yer açmak. Belki de bunun için resimlerimde bu ‘bilmediğimiz’ tanımsız imgelerle uğraşıyorum. Bildiğimi sandığım ve bilmediğimi düşündüğüm ‘şeyler’ için…
Türkiye’de sanatçıların hayatta kalabilmeleri ve kendi sanatlarını icra edebilmeleri anlamında; sanatçı, galeri, koleksiyoncu, kamu kurumları, devlet vb. bu bağlantıların olmazsa olmazları nelerdir?
Türkiye’de sanatçının hayatta kalabilmesi gerçekten zor. Burada her şey zamansal anlamda o kadar yeni ki, bu yüzden şaşırmamak lazım. Sanatın ‘’pre’’zamanları yani ‘ilk’ (öncü) zamanları diyorum buna. Değişir ve gelişir diye ümit ediyorum. Sabırla ve inatla var olmaya çalışmak lazım. Devlet ve kamu kurumlarının yapması gereken bir şey olmamalı, çünkü sanatın özüne aykırı bu. Ancak üretim mekanları açabilirler ve sansürlemeyerek katkıda bulunabilirler. Galeri ve izleyici kitlesinin çoğalması ve gelişmesi zaman içinde daha olumlu etken olabilir. Ben ve tanıdığım birçok sanatçı, sanatlarını icra edebilmek için başka başka işler yapmış ve bu birikimlerini de atölye ve sanat üretimlerine harcayan insanlardır. Hani atölyelerini kapatsalar daha rahat yaşayacaklar. Daha önce söylediğimiz gibi sanatla ilgilenen insan bu kadar azken başka türlü olması düşünülemez. Çoğu zaman neden resim yapıyorsun sorusuyla karşılaşıyorum. İnsanın içinde olduğu şeyle ilgili zaman zaman kendine de sorduğu bir soru bu. Bir sürü nedenim var tabii, ama tek bir cevap veriyorum; yapmasam ölürüm…
Sanat eğitiminde, bireysel farklılıklarını benimseyip, öğrencinin aklını, duygularını, zevklerini sorgulama bilinçle kazandırmak gerekiyor. Sanat, fikirlerin duyguların sanatçının kendi sanatsal yaratıcıyla özgürce ifade edilmesi bir anlamda…Sanat eğitiminde belli disiplinler olmalı, şuan bizde var olan eğitim sisteminde bazen sanat alanında özgürlük farklı algılanıyor diye düşünüyorum. Bu anlamda bakıldığında, sanat eğitiminin gelişimini nasıl buluyorsunuz?
Ben, lise dönemimde kitap okumamı ve tiyatroyla buluşmamı sağlayan hocamın dışında, üniversitede de sanatı sevdiren ve kendi çalışmalarıyla hayranlık uyandıran çok sevgili hocalarımın katkısıyla sanata bulaşmış biriyim mesela. Benim için büyük şans. Eğitimin içinde, sanatla, felsefeyle ilgili dalların kesinlikle olması gerektiğini düşünüyorum. Sanatla küçük yaşta tanışmış olmak çok önemli bir ayrıntı. Ailede olmayabilir ama gelişmiş ülkelerde küçük yaşta çocukları, sanat izleyicisi yapmak için uğraştıklarını görüyoruz. Çocuklar, izlediği sanat eserleriyle o yaştan itibaren estetik bir deneyime kavuşuyorlar. Okunan kitaplar, izlenen film, tiyatro, dinlenen müzikler üzerine konuşuluyor mu mesela. Bir fikir edinmek ve söylemek yani yorum yapmak küçük yaşlardan edinilen bir pratik olsa, bu insanların yetişkinlikleri de birçok şeyi değiştirir diye düşünüyorum. Her şeyi çözecek bir formül yoktur, bir sürü şey, süreçte birikerek meydana gelir ve bütünde anlamını bulur. Üzülerek görüyoruz ki, bizim eğitim sistemimizde maalesef bahsettiğiniz anlamda özgürlük değil başka türlü bir şekillendirme söz konusudur. 2000’li yıllarda bazı devlet okullarında (ilk-orta-lise), çeşitli vasıtalarla iki yıl gönüllü ders vermiş ve zaman zaman sanatla ilgili konuşmalar yapmış biri olarak, söyleyebilirim ki; çocukların kendi dünyalarının içinden sordukları sorular ve yaptıkları resimler karşısında hayranlık duymamanız mümkün değildir.
Resim, Seramik, Heykel sanatı alanında eserleriniz mevcut. Çok yönlü, sanatçı kimliğine sahipsiniz. Sanatçı kimliğinizle ilgili daha neler olsun isterdiniz?
Ne isteyebilirim ki, sanatımı başka alanlardaki ilgilerimle beslemeye çalışıyorum. Felsefe, edebiyat, müzik gibi…
Şu sıralar Zeynep Erdinç, ne gibi çalışmalar yapıyor ?
Şu aralar Mahmut Nüvit Doksatlı’nın organize ettiği ‘Adalı sanatçılar inisiyatifi’ ile Büyükada’nın sokaklarına yayılmış bir serginin içindeyim. Kasım ayında da devam edecek.
2020’de kişisel bir sergi hazırlığı içindeyim. Büyük boyutlu çalışmalar olacak bunlar. Bundan başka, beslenmeye devam…